19 Mart, 2025

ORYANTALİZM/ SÖMÜRGECİLİĞİN KEŞİF KOLU


 

KİTAP İNCELEMESİ

***

KİTAP ADI: ORYANTALİZM/ SÖMÜRGECİLİĞİN KEŞİF KOLU

KİTAP YAZARI: EDWARD SAİD

***

Oryantalist (Şarkiyatçı) ve Oryantalizm (Şarkiyat) şekilde tanımlanmaktadır…

Oryantalizm veya Şarkiyatçılık, Yakın Doğu ve Uzak Doğu toplumlarının, kültürlerinin, dillerinin ve halklarının incelendiği Batı kökenli araştırma alanlarının tümüne verilen isimdir…

Oryantalizm=Şarkiyatçı= Doğubilimci

Oryantalist kelimesi tarih içerisinde farklı anlamlara sahip olmuştur…

1683’lerde “oryantalist” terimiyle,

1-Yunan kilisesinin bir üyesi kastedilmekteydi…

2-Bazı Doğu dillerini bilen kimse olarak kastedilmekteydi…

3-Doğu araştırmalarında uzmanlaşmış kişi olarak kastedilmekteydi…

4-Akademik araştırmalara “Doğu incelemesi” olarak girmiştir…

5- Türkçe ’de şarkiyat, daha sonra doğu bilimi, Arapça ’da istişrâk kelimeleriyle karşılanmış, oryantalist için müsteşrik kelimesi kullanılmıştır…

Oryantalizmin en kapsamlı tarifi, “Şark’ı öğreten, yazıya döken yahut araştıran kimse şarkiyatçıdır ve yaptığı şey şarkiyattır” diyen kitabın yazarına aittir…

***

Oryantalizm, Batı'nın "Doğu'ya hâkim olmak, onu yeniden kurmak ve onun amiri olmak için" bulduğu bir yol olarak tanımlanır...

Bu bağlamda Oryantalizm, Doğu hakkında hükümlerde bulunan, kanaatleri onayından geçiren, Doğu'yu tasvir eden, tedris eden, iskân eden ve yöneten toplu bir müessesedir... 

Aydınlanma Çağı sonrasında Avrupa kültürüne Doğu'yu politik, sosyolojik, askeri, ideolojik, bilimsel ve fikri bakımdan yönetmek ve hatta üretmek imkânı veren bir muhakeme üslubudur…

Batı kendisi için "biz" derken, Doğu için "onlar" ifadesini kullanır…

Böylece doğu-batı arasındaki farkı artırarak siyasi bir bakış açısı oluşturur...

Ve bu görüş, bir anlamda iki dünya yaratır ve sonra da o iki dünyaya hizmet eder...

Doğulular kendi dünyalarında, Batılılar kendi dünyalarında yaşarlar...

***

Gelenekçi Oryantalistlere göre, ele alınan varlıklarda ortak ve ayrılmaz nokta, tarihle birlikte var olmuş olsa da temelde tarihsizdir…

Ve ele alınan şeyi, ayrılmaz ve değişmez özellikleri içinde sabit tutar…

Doğu, "Batı'nın gözleri" önünde olduğu gibi, zaman içinde de değişmez kabul edilir...

Oryantalizm, yalnız kültür, bilimsel faaliyet veya siyasi konu veya saha değildir...

Daha ziyade estetik, akademik, iktisadi, sosyolojik ve tarihi metinler arasında dağılımıdır…

Doğuyu bilimsel keşif ’in amacı, bilimsel tasvir yolu ile kurup muhafaza ettiği bir dizi menfaatlerdir...

Doğu hakkındaki bilgi, Batı'nın Doğu üzerindeki tahakkümünü meşrulaştırmada ve sürdürmede kritik bir rol oynar…

Oryantalizm, Avrupa'nın Doğu'yu politik, sosyolojik, askeri, ideolojik, bilimsel ve fikri bakımdan yönetmektir…

Çağdaş Oryantalizmin hem emperyalizmin hem de sömürgeciliğin bir cephesini teşkil ettiği söylenebilir…

Oryantalizm, sömürgeciliği haklı gösteren bir düşünce sistemidir…

Oryantalizm ‘de görülen anlam ise, doğuyu görünür, seçilir ve var kılan "Batı anlatı tekniklerine" borçludur...

Bu anlatılar, anlayış kurallarına bağımlıdırlar aynı zamanda…

Zamanla doğu hakkında belirli fikirler, şehvet düşkünlüğü, despotluk eğilimi, sapık zihniyet, yanlış gözlem, yanlış hafıza ve geri kafalılık gibi tescilli özellikler haline gelmiştir…

On dokuzuncu ve Yirminci yüzyılda Doğu'nun ve onun içindeki her şeyin, Batı'nın ıslahatçı incelemesine muhtaç olduğu varsayılır...

Oryantalizm, Doğulu nesneleri inceleme, eleştirme, tetkik, hüküm, disiplin yahut yönetim için belirli kategorilere yerleştiren Doğu bilgisidir...

Oryantalist, Doğu'yu taklit edebilmekte; ama bunun tersi olmamaktadır…

Bu nedenle Oryantalistin Doğu hakkında söylediği her şey, tek taraflı bir alışverişin anlatımı olarak değerlendirilmelidir…

Doğu konuşulurken Doğu yoktur; konuşan Oryantalist vardır…

Oryantalist konuşur ve yazar, Doğulu ise incelenen nesnedir…

Oryantalizm, büyü ve mitoloji ile müstakil ve kendi başına buyruk kapalı bir sistem olma özelliğine sahiptir…

Dilbilimi, sözlük yapımı, tarih, biyoloji, siyasi ve iktisadi teori, roman yazarlığı ve lirik şiir gibi çeşitli entelektüel, estetik, bilimsel ve kültürel güçler Oryantalizmin emperyalist dünya görüşünün hizmetine girmiştir...

Klâsikler, dilbilimleri, hükümetler, şirketler, coğrafi cemiyetler, üniversiteler ve seyahat kitapları, araştırma, fantası kitaplar, doğu tasvirleri Oryantalizmle yakından ilişkilidir…

Özetle Oryantalizm, Batı'nın Doğu'yu kendisinden kökten farklı ve aşağı bir "öteki" olarak inşa etmesine, bu inşayı bilgi ve güç ilişkisi üzerinden sürdürmesine ve sömürgeci-emperyalist amaçlarına hizmet etmesine dayanan bir düşünce sistemi ve temsil biçimidir…

Bu sistem, Batılı anlatılar, peşin hüküm ve akademik disiplinler aracılığıyla kendini yeniden üretir ve günümüzde de etkilerini sürdürmektedir...

***

Yazara göre Oryantalizm üç temel anlamda tanımlanmaktadır:

1-Oryantalizm, Şark ve Şark'a ait olan şeyler hakkındaki doktrin ve tezlerle bilim çevrelerinde akademik varlığını sürdürmektedir…

2-Oryantalizmde, Doğu ile Batı arasındaki temel ayırımı başlangıç noktası olarak alınması gerekir…

3- Oryantalizmde, Doğu hakkında yazı yazan, düşünen veya Doğu'da bir faaliyette bulunan hiç kimsenin, Oryantalizm 'in düşünüş ve faaliyete getirdiği sınırlamaları hesaba katmaksızın başarılı olamayacağı bir gerçektir…

***

Oryantalizm; Siyasi güç, entelektüel güç, kültürel güç ve ahlaki güç ile karşılıklı alışveriş halinde biçimlenen bir muhakeme usulüdür...

Kültürel ve politik bir vakıa olup, Doğu hakkında düşünülen, söylenen, hatta yapılan şeylerin bazı belirgin ve entelektüel olarak izler…

Doğu'yu inceleme, eleştirme, tetkik, hüküm, disiplin yahut yönetim için sınıfa, mahkeme salonuna, hapishane yahut el kitabına yerleştiren "Doğu bilgisidir".

Avrupa'nın yeryüzünün büyük kısmına hükmettiği şeklindeki bilgiye güç katan ve ondan güç alan bir bilgi sistemidir.

Doğu hakkındaki düşünüşe sınırlamalar getiren bir olgudur…

Neticede gerçeğe siyasi bir bakış açısıdır…

Batı'nın Doğu hakkındaki müesseseleşmiş bilgisini temsil eden üç yönlü bir güçtür…

Büyü ve mitoloji gibi müstakil, kendi başına buyruk kapalı bir sistemdir…

Bir dil, düşünüş ve görüş türüdür; Doğu ile ilgili her şeyi tek bir kelime ya da tabir ile sınırlama ve ona o ismi verme eğilimindedir…

Psikolojik bakımdan bir "paranoya" biçimi olarak da görülebilir...

Siyasi sahada kullanılma olasılığı yüksek hükümler bütünüdür.

Doğu ülkeleri ve ulusları konusunda ırkçı tasnife yol açan bir yaklaşımdır...

19. yüzyıldan itibaren İngiltere ve Fransa'nın hakimiyetinde kalan bir disiplin olmuştur…

Doğu'yu içine alan sahneyi çevreleyen kopmaz bir bilgi ve kudret zinciridir...

Doğu'nun belirli şekillerde okutulması, araştırılması, yönetilmesi ve yargılanması sürecidir…

Doğu'yu Batı'nın öğrenimine, bilincine ve İmparatorluğuna sunan bir izlenimler sistemidir…

Oryantalizmin materyali Doğu, onun medeniyetleri, insanları ve mahalleridir…

Bir dizi inanış ve bir tahlil metodu olarak gelişmeye kapalı bir sistemdir…

Temelinde Doğu'ya hükmetme ilkesi yatar ve kendi içinde tutarlılığını korur…

Doğu'nun naklinde "tefsir" temelinde işleyen bir süreçtir; uzak ve zor anlaşılan bir medeniyeti tercüme etme, anlama ve "içinden" kavramaya çalışma çabasıdır...

Doğu hakkında sayı, adet ve üretkenlik üzerinden efsaneler üretme ve sunma biçimidir…

Hayali ideolojiler sistemidir…

Emperyalizmin kalıplarına girmiş ve Asya'ya hâkim olma düşüncesini destekleyen bir olgudur...

"Biz-Onlar" ayırımına dayanan bir düşünce biçimidir...

Fikri ve insani bir başarısızlık olarak değerlendirilir; kendi dünyasına yabancı kabul ettiği bir "bölgeye" karşı eksilmez bir muhalefeti sürdürme uğruna beşerî tecrübeyi kendisine mal edememe durumudur…

Kökeni güce dayalı bilim, ideolojik uydurmalar olan bir düşünce sistemidir...

Avrupa ile Asya arasındaki tarihi ve kültürel bağı ifade eder…

Dünyanın Doğu denilen bir kısmını konu alan ideolojik varsayımlar, imajlar ve fanteziler, aslı-astarı olmayan fikirler bütünüdür…

Doğu'yu Batı'dan ayıran, doğal değil "insan işi" olan, tasavvur ürünü coğrafyadır…

Ahlaki açıdan yeni bir incelemeye tâbi tutulması gereken bir alandır...

"Emperyalizmin ilmi" olarak görülen bir alandır…

***

Oryantalizmin en kolay kabul gören manası akademik olanıdır…

Akademik anlamda Oryantalizm, Şark'ı (Doğu'yu) öğreten, yazıya döken yahut araştıran kimsenin yaptığı şeydir...

Bu alanda yapılan işe Şarkiyat (Oryantalizm) denir…

Şarkiyatçı kitaplar yazılmakta ve kongreler yapılmaktadır…

Bu durum, Oryantalizmin bilim çevrelerinde canlılığını sürdürdüğünü gösterir…

Oryantalizm, dilbilim, tarih, antropoloji, sosyoloji ve ilahiyat gibi çeşitli disiplinleri kapsayabilir...

Örneğin, Arapça, Yunanca, İbranice ve Süryanice gibi dillerin incelenmesi, İslam'ın müesseselerine dair araştırmalar, Sami dilleri üzerine çalışmalar Oryantalizm ‘in ilgi alanına girer...

Oryantalist kurumların ortaya çıkması ve gelişmesi, 1870 ve 1880'lere kadar uzanan süreçte temel teşkil eden fikri, kültürel ve siyasi unsurlar da akademik Oryantalizm ‘in kapsamındadır…

***

Sonuç olarak, Oryantalizm, "Doğu" ve "Batı" arasında temel ve aşılmaz olduğu varsayılan varoluşsal ve bilgisel farklılıklara dayanan bir düşünce sistemidir... 

Bu ayrım, Oryantalistlerin Doğu hakkındaki her türlü yargı ve değerlendirmesinin temelini oluşturmuştur.

***

Sömürgecilik Aydınlanma sonrası Avrupa kültürünü Doğu hakkında derin ve kapsamlı bir şekilde etkilemiştir…

Bu etki, sadece siyasi ve ekonomik alanlarla sınırlı kalmamış, aynı zamanda Avrupa'nın Doğu'ya yönelik bilgi üretimini, düşünce biçimlerini ve kültürel tahayyülünü de şekillendirmiştir…

Avrupa, Doğu ile olan ilişkilerinde her zaman hâkim konumda bulunmuştur…

Bu güç dengesizliği, Batı'nın Doğu'yu ıslahatçı etüdüne muhtaç olduğu şeklinde varsaymasına yol açmıştır…

Doğu, sanki hapishaneye hapsedilmiş gibi algılanmıştır...

 

***

Oryantalizme güç veren şey, kültürel hegemonyanın bir sonucu olmuştur…

Avrupalılık, Avrupalı olmayan bütün ulusların ve kültürlerin fevkinde bir hüviyet olarak ileri sürülmüştür…

Hatta Doğuluların kendileri bile, Doğunun geriliğinden ve Avrupa'nın üstünlüğünden bahseder hale gelmişlerdir…

Oryantalizm doğuyu, Avrupa'ya bitişik bir tiyatro sahnesi gibi sunmuştur…

Avrupa kültürleri, başka kültürleri bütünüyle değişime uğratma ve onları kendi menfaatleri doğrultusunda kabul etme eğiliminde olmuşlardır…

Oryantalist, Doğu'yu sürekli olarak bir şeyden başka bir şeye dönüştürmeyi kendine görev edinmiştir…

Ve bu dönüştürme işlemi, Batı'ya hükmeden kültürel ve siyasi normlara bağlı olarak gerçekleşmiştir...

Bu süreç, sömürgeci yönetimlerin ve bürokrasilerin Doğu'da yapacakları şeylerin yolunu açmıştır...

Oryantalizm tarihi boyunca, özellikle İslam'a karşı Avrupalıların tutumu merkezi bir yer işgal etmiştir…

İslam, Hristiyan Avrupa için hem coğrafi hem de kültürel olarak yakın ve meydan okuyucu bir unsur olmuştur...

Bu durum, İslam'a yönelik özel bir ilgi ve çoğu zaman da olumsuz bir bakış açısının gelişmesine neden olmuştur...

Avrupa'nın Doğu'ya yönelik misyonu, Doğululara "yararlı bir Avrupa örneği" sunmak ve onlara "kâmil bir medeniyetin tadını" tattırmak şeklinde meşrulaştırılmıştır…

Bu yaklaşım, Avrupa'nın kendini üstün görme ve Doğu'yu "kurtarma" arzusunu yansıtmaktadır…

Sonuç olarak, sömürgecilik Aydınlanma sonrası Avrupa kültüründe Doğu'nun "öteki" olarak inşa edilmesine, sistematik bilgi üretiminin sömürgeci amaçlara hizmet etmesine, Avrupa'nın kendisini üstün görmesine ve Oryantalizmin hâkim bir düşünce sistemi olarak yerleşmesine neden olarak Doğu algısını derinden etkilemiştir…

Bu etki, günümüze kadar uzanan kültürel ve siyasi sonuçlar doğurmuştur…

10 Mart, 2025

ATATÜRK'ÜN SANSÜRLENEN MEKTUBU

 


KİTAP İNCELEMESİ

***

KİTAP ADI: ATATÜRK'ÜN SANSÜRLENEN MEKTUBU

KİYAP YAZARI: ATİLLA ORAL

***

Kitap, Mustafa Kemal'in Türk Tarih Tetkik Cemiyeti Yüksek Başkanlığı'na yazdığı mektubu irdelemektedir…

Mustafa Kemal, 1931 yılında Türk Tarih Kurumu Başkanı Tevfik Bıyıklıoğlu'na hitaben 21 sayfalık bir mektup kaleme aldı…

Mektupta Mustafa Kemal, lise ders kitapları için yazılan "Türklerin İslam’daki Yeri" ve "İslam Tarihi" bölümlerini yazan El-Ezher Üniversitesi mezunu Zakir Kadiri Ugan'ı eleştiriyor ve Bıyıklıoğlu'nu bu konuda uyarıyor…

Mektupta Mustafa Kemal, Tevfik Bey’e “tarih itina etme” emrini verip vermediği sorulmakta ve “bu itina ve hassasiyetiniz, yüksek başkanlığınızda meydana getirilen Tarih Cemiyeti'nin başarıya ulaşacağına eminim” ifadesini kullanıyor…

Mektup içeriğinde Mustafa Kemal İslam'a, Kur'an'a ve Hz. Ömer'e yönelik tahkir edici ifadeler kullanıyor…

Mustafa Kemal, Tarih Tetkik Cemiyeti Yüksek Başkanlığı'na yazdığı bu mektup, 16.8.1931 tarihinde Yalova'da yazılmıştır…

***

Atatürk'ün sansürlenen mektubunda Türk tarihi ve medeniyetine dair öne sürdüğü temel argümanlar şunlardır:

Türk tarih tezinin esaslarını Arap yarımadasının kumsal coğrafyasından kaynaklanamayacağı, düşüncesi...

Türk uygarlığının kökenlerinin, İslam öncesi Türk medeniyetinin bütün vesikalarını imha etmekle engellenemeyeceği, düşüncesi...

Arap orduları hakkında yazılan birçok eserde, bir köle sınıfı olduğundan bahsedilir, bu kölelerin Türk çocukları olduğu dile getirilerek, bunun Türk tarihi için önemli bir konu olduğunun ifade edilmesi…

Araplar İslam adına yaptıkları fetihler de Türklerin ilim, sanat ve bilhassa askeri meziyetlerinden faydalanmalarına rağmen, bunu hiç dile getirmemeleri, düşüncesi...

Sonuç olarak, Arap İmparatorluğu unvanı bütün memleketlerde birinci derecede güç ve hakimiyet sahibi olmuşlardır…

Bu yüzden Tarih yazılırken Camii kültürünü koruyan değil, bizzat bunun tersi düşünen adamlar aranmalıdır, düşüncesi...

Kudüs fethinde Halife Ömer'in kölesi ile ortaklaşa ve değişerek bir deveye binerek yol alması Türk çocuklarına bir erdem gibi gösteren tarih yazmak yanlıştır, düşüncesi…

***

Mustafa Kemal, Türk tarihinin ve medeniyetinin kökenlerinin Arap coğrafyasıyla sınırlı tutulmasına karşı çıkmaktadır…

Arapların İslam adına yaptıkları fetihlerin, Türklerin ilim, sanat ve bilhassa askerlikteki meziyetlerini görmezden geldiği…

Bu durum, Arap İmparatorluğu'nun yükselişine ve Türklerin geri plana düşmesine neden olduğu...

Dolaysıyla Mustafa Kemal, bu fetihlerin Türklerin kültürel ve askeri birikimini olumsuz etkilediğini vurgulamaktadır…

Mustafa Kemal, Arap ordularında köle olarak bahsedilen kişilerin aslında Türk çocukları olduğuna dikkat çekerek, bu durumun Türk tarihi açısından önemli bir konu olduğunu belirtir…

İslam öncesi Türk medeniyetinin bütün vesikalarının imha edilmesi…

Mustafa Kemal, Türk uygarlığının kökenlerinin İslam öncesi döneme dayandığını ve bu döneme ait belgelerin yok edilmesinin Türk tarihini anlamayı zorlaştırdığını ifade eder...

Bu yüzden, İslam öncesi Türk medeniyetine ait bütün vesikaların toplanmasının önemi vurgulanır...

Mustafa Kemal, “Bu belgelerin toplanması, Türk uygarlığı kökenlerini daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.” şeklinde ifade eder…

***

Mustafa Kemal, sansürlenen mektuplarında Arap dünyasının İkra' bismi Rabbike'l-lezî halâk (Yaratan Rabbinin adıyla oku.) safsatasını eleştirel olarak değerlendirmektedir…

Bu felsefenin, Türk toplumunun gelişimi ve modernleşmesi önünde bir engel teşkil ettiğini düşünmektedir…

Bu eleştiriyi yaparken, Türk tarih tezinin esaslarının Arap yarımadasının kumsal coğrafyasından kaynaklanamayacağını da vurgular…

***

Tevfik Bey'in azmini hatırlatarak, düzeltilmesi gereken noktalar olduğunu belirtiyor…

Türkiye'de yüksek başkanlığınızda ilk meydana getirilen Tarih Cemiyeti'nin şimdiye kadar dünya milletleri içinde kuruluş benzerlerini aşan bir konuma ulaşacağına emin olduğunu…

Camii Ezher (Karaviyyin Üniversitesi Camii/Kahire) kaynaklarından yardım alınacaksa dikkatli olunması gerektiğini…

Eğer yardım alınacaksa, bizzat fiiller ve hadiseler sahibi arayan adamların aranması gerektiğini...

Başka bir deyişle, tarih yazarları olayların ve olguların arkasındaki gerçek nedenleri ve aktörleri araştırmalıdır…

Mustafa Kemal kısaca, Yeni dünya ufuklarına açacağınız yeni tarih semasında dikkatli olunması gerektiğini vurguluyor…

***

Mustafa Kemal’e göre, gerçeklere Sadık kalarak tarih yazmak tarih yapmak kadar önemlidir… Tarih yazılırken gerçeklere sadık kalınmazsa, ortaya çıkan eser insanları yanıltabilir ve tarihin özü bozulabilir...

Yazan, yapana sadık kalmazsa değişen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır ve objektif olmaz…

İnsanlığı Şaşırtmamak, Tarih yazımının, tarihi olayların kendisi kadar önemlidir…

Eğer tarih yazılırken gerçeklere sadık kalınmazsa, ortaya çıkan eser insanları yanıltabilir ve tarihin özü bozulabilir...

Mustafa Kemal’in bu konudaki hassasiyeti, tarih yazımının Türk milletinin geleceği için taşıdığı büyük önemi göstermektedir…

Doğru ve objektif bir şekilde yazılmış bir tarih, milletin kimliğini, değerlerini ve hedeflerini doğru bir şekilde anlamasına yardımcı olur…

***

Mustafa Kemal’in mektubunda bahsedilen din adamları şunlardır:

Halife Ömer: Kudüs'ün teslimiyle ilgili olarak Halife Ömer'den bahsedilmektedir...

Halife Ömer'in Kudüs'e gelirken kölesiyle birlikte deveye binmesi örneği verilmektedir…

Mektupta Hz. İsa: "Hz. İsa’yı yaratan prensiplere Camii Ezher varlığı ve prensipleri mevhum (sanal) denecek kadar hiç âlet olmamıştır" ifadesi geçmektedir...

Hz. Muhammed: Mektupta, “Muhammed'in Halife unvanını taşıyan maskaralığında bulunanların emir ve iradelerine boyun eğdirmişlerdir” denilmektedir…

Camii Ezher kaçkını adam (Hz. Muhammet): Mustafa Kemal, “incelenen metinlerden sonra verilen yazılar o kadar sersem ve cahil ve Camii Ezher kaçkını bu adam mahsulü olduğunu gördüm ki, sizi rencide edecek bir söz söylemeden bu paçavralar üzerinde yeniden çalışmaya mecbur oldum” diyor…

Camii Ezher hocaları: Mektupta, Camii Ezher kaynaklarından yardım alınacaksa dikkatli olunması gerektiği belirtilmektedir...

Ayrıca, Camii Ezher hocalarının temsil ettiği zihniyetin eleştirisi yapılmaktadır.

***

Mustafa Kemal’in mektubunda eleştirilen bazı görüşleri:

İslam dünyasının, İkra' bismi Rabbike'l-lezî halâk (Yaratan Rabbinin adıyla oku.) ifadesine safsata diye bakılması,

Ve bu inancın, Türk toplumunun gelişimi ve modernleşmesi önünde bir engel teşkil ettiği düşünülmesi…

İslam inancının Arap yarımadasının kumsal coğrafyasında doğmuş olması ve Türk tarih tezinin bu coğrafyadan kaynaklanamayacağı ifade edilmesi…

Arap ordularında Türk çocuklarının köleleştirilmesi kavramının savunulması…

İslam adına yapılan fetihlerin, Türklerin ilim, sanat ve bilhassa askerlikteki meziyetlerinin Arapların lehine kullanılması…

Bu durumun, Arap İmparatorluğu'nun yükselişine ve Türklerin geri plana düşmesine neden olduğu vurgulanması…

Muhammed'in Halife unvanını taşıyan maskaralığında bulunanların emir ve iradelerine boyun eğdirildiği iddiası...

Kudüs fethinde Halife Ömer'in kölesi ile ortaklaşa ve değişerek bir deveye binerek yol alması Türk çocuklarına bir erdem gibi gösteren tarih yazmak yanlıştır, düşüncesi…

01 Mart, 2025

KANİJE SAVUNMASI VE TİRYAKI HAŞAN PAŞA


 

KİTAP İNCELEMESİ

***

KİTAP ADI: KANİJE SAVUNMASI VE TİRYAKI HAŞAN PAŞA

KİTAP YAZARI: Albay H. Ziya ERSEVER

Bu eser, Osmanlı İmparatorluğu'nun duraklama döneminde Kanije Kalesi'nin savunmasını ve Tiryaki Haşan Paşa'nın askeri dehasını konu almaktadır…

Kanije Kalesi, ilk defa Kanuni Sultan Süleyman döneminde fethedilmiştir...

Ancak Kanuni'den sonra tekrar Avusturyalıların eline geçmiştir…

1600 yılında ise, Serdar İbrahim Paşa komutasında kale ikinci defa kuşatılmış ve fethedilmiştir...

Padişah III. Mehmet zamanında Tiryaki Hasan Paşa tarafından fethedilmiştir…

***

Kanije Kalesi, 1600'lü yıllarda Osmanlı-Avusturya sınırında stratejik bir öneme sahipti... 

Belgrad'tan Orta Avrupa'ya açılan askeri yol üzerinde bulunuyordu...

Kale, 1593'te başlayıp 1606'da Zitvatorok Antlaşması'yla sona eren Avusturya Seferi'nde hem askeri hem de moral açısından birinci derecede önem kazandı...

Tiryaki Hasan Paşa komutasındaki Kanije'de sergilenen savunma ile kale çevresinde cereyan eden muharebe, Türk kahramanlığı ve Türk özveri anlayışıyla özdeşleşmiştir...

Serdar-ı Ekrem Damat İbrahim Paşa'nın Estergon Kalesi'ne yapacağı hücum konusunda Tiryaki Hasan Paşa, ordunun Estergon'a yönelmesi halinde Kanije'deki düşmanın ordunun geri irtibat hatlarını keseceğini belirtmiştir...

Tiryaki Hasan Paşa, muharebeyi sevk ve idarede üstün bir yetenek sergiledi...

Doğa ve yapay engelleri aşmada zekâsını kullandı, harp hilelerini iyi uyguladı…

Bu sayede, silah ve araç bakımından üstün olan düşmanları yenmeyi başardı...

Tiryaki Hasan Paşa, duraklama döneminde askeri disiplin ve fedakârlık anlayışının zayıfladığı bir ortamda, kuvvetli kişiliği sayesinde emrindeki askerlerden tek vücut bir kitle yaratabildi...

İbrahim Paşa, Hasan Paşa'nın önerisini doğru bularak kararından vazgeçti... 

Çünkü Türk ordusunun, gerisinde büyük düşman kuvvetleri ve kaleleri bırakarak kuzeye ilerlemesi başarısızlığa neden olabilirdi…

Kanije'nin Türkler tarafından ele geçirilmesi, Hıristiyan dünyasını üzdü...

Tiryaki Hasan Paşa, düşmanın moralini bozmak için çeşitli hilelere başvurdu...

Zekâ ve yeteneğini kullanarak yalan haberler yaydı ve düşmanı bu haberlere inandırdı…

Kanije Savunmasının başarısı, büyük ölçüde Tiryaki Hasan Paşa'ya aittir…

Hasan Paşa'nın zekâsı, kahramanlığı ve cesareti sayesinde, sayıca üstün olan düşman ordusu yenilgiye uğratıldı…

Hasan Paşa'nın düşmanı aldatmak için kullandığı savaş hileleri ve aldığı önlemler sayesinde, düşmanın elverişli imkanlara sahip olmasına rağmen yenilmesi dikkat çekicidir...

Tiryaki Hasan Paşa, Serdar Yemişçi Hasan Paşa'dan üç kez yardım istedi…

Ancak, Serdar yeniçerilerin itirazı nedeniyle yardım gönderemedi...

Bu durum, savunmanın başarısız olmasına neden olabilirdi...

Tiryaki Hasan Paşa, Serdar'ın Estergon Kalesi'ne yöneleceği sırada, Babofça Kalesi'nin fethedilerek köprülerin korunması ve Kanije'nin alınması konusundaki teklifleriyle kuzey yönünde yapılacak harekata kolaylık sağladı...

Aksi takdirde, Kanije Kalesi'ndeki düşman Belgrad yönünde taarruz ederek Türk ordusunun geri bağlantı hatlarını kesebilirdi...

Kanije alındıktan sonra Türk ordusunun, kalede az sayıda muhafız bırakarak Belgrad Kışlağı'na dönmesi, düşmana yeniden hazırlanma fırsatı verdi...

Serdar İbrahim Paşa'nın Belgrad'a dönerken Budin ve İstoni Belgrad kalelerinde yeterli kuvvet bırakmaması da bir hataydı...

Nitekim, İstoni Belgrad kısa sürede düşman eline geçti...

***

Tiryaki Hasan Paşa, muharebenin sevk ve idaresinde çok başarılıydı…

Her türlü doğal ve yapay engelleri aşmada üstün bir zekâ ve kabiliyet gösteriyordu…

Harp hilelerini en iyi şekilde kullanıyor ve bu yetenekleri sayesinde, silah, araç ve gereç bakımından kendisinden kat kat üstün olan düşmanlarını yenmeyi başarıyordu…

Duraklama devrinde askeri disiplin ve fedakârlık hislerinin zayıflamaya başladığı bir ortamda, kuvvetli kişiliği sayesinde emrindeki askerlerden tek vücut bir kitle yaratabilmişti…

Emri altındakilere kendisini daima sevdirmiş ve inandırmıştı...

Tiryaki Hasan Paşa, ordunun hareket planları konusunda önemli stratejik öngörülere sahipti... 

Örneğin, Serdar-ı Ekrem'e (Başkomutan) ordunun Estergon'a yönelmesi halinde Kanije'deki düşmanın geri bağlantı hatlarını keseceğini, bu nedenle öncelikle Babofça Kalesi'nin ele geçirilmesi gerektiğini önermiştir...

Bu önerisi, ordunun başarısı için kritik bir öneme sahipti...

Düşman ordusunu sürekli aldatıp şaşırtan harp hilelerindeki becerisi ile ün kazanmıştı…

Zekâ ve becerisini kullanarak düşmanın moralini sarsacak yalan haberler yaymış ve düşmanı bu haberlere inandırmıştı…

Verilen savaşta, Kanijelilerin gücü 10.000'den fazla olmasına rağmen, Tiryaki Hasan Paşa komutasındaki 50 Türk atlısı karşısında düşman taarruz veya savunma girişiminde bulunamamıştır…

Tiryaki Hasan Paşa, bu harekâtta cesur girişimiyle 40 katı kadar fazla düşman karşısında parlak bir zafer kazanmıştır...

Kale'ye getirilecek erzakın düşman kuşatması öncesinde girmesini sağlamak için birçok hilelerle düşmanı aldatmıştır...

Düşmanın moralini sarsacak yalan haberleri yaymış ve düşmanı bu haberlere inandırmıştır...

Savaşın en kritik anlarında bile astlarını (bir eri dahi olsa) kendisine inandırmaya önem vermesi ve türbe yaptırarak değer bilirliğini göstermesi bakımından önemli bir örnektir...

Kazandığı parlak zaferlere rağmen hiçbir zaman böbürlenmemiş ve daima mütevazı kalmıştır...

Hasan Paşa, Kanije Kalesi'nin savunması için gerekli tüm ikmali yapmış, kendisine bağlı yerlerden asker getirtmiş ve istihbarattan elde ettiği bilgilerin gerektirdiği tüm savunma önlemlerini almıştır...

Düşmanın moralini sarsmak ve kuşatmayı geciktirmek amacıyla çeşitli harp hilelerine başvurmuştur...

Zekâ ve becerisini kullanarak yalan haberler yaymış ve düşmanı bu haberlere inandırmıştır. Örneğin, "düşmanın Budin'e gideceği, kendilerinin ise Avusturya'ya akın edeceği" şeklinde haberler yayarak düşman casuslarının bu bilgiyi Ferdinand'a ulaştırmasını sağlamıştır...

Düşman içlerine gönderdiği casuslar aracılığıyla düşman ordusunun Yanık Sahrasında toplandığı ve Avrupa'dan yardım geleceği bilgisini almıştır.

Ayrıca, Karapençe gibi tecrübeli istihbarat elemanlarından faydalanarak düşman içindeki olayları öğrenmiştir…

Esirlerden bilgi almak için çeşitli yöntemler kullanmıştır...

Esirler kale içinde dolaştırılarak korku ve şaşkınlık yaratacak şeyler gösterilmiş, kale içindeki erzak ve mühimmat hakkında abartılı bilgiler verilerek serbest bırakılmıştır...

Böylece, kendi ordusuna dönen esirlerin bu bilgileri yayması sağlanmıştır...

Düşmanın kaleye yaklaşması üzerine, sadece piyade tüfekleriyle ateş edilmesini emretmiş, süvarilerin dışarı çıkmasını ve top atılmasını yasaklamıştır...

Bu taktikle, kalenin zayıf olduğu izlenimi yaratmaya çalışmıştır...

Düşmanın "Tanrı aşkı için bir top atın da kralımız duysun" şeklindeki çağrılarına, "Biz burada birkaç günlük misafiriz, böyle bir yerde topsuz kale savunulur mu?

Padişahımızın bunun gibi daha nice kaleleri var" şeklinde yanıtlar vermiştir…

Hasan Paşa, kaleye getirilecek erzakın düşman kuşatması öncesinde girmesini sağlamak için çeşitli hilelere başvurmuştur...

Bu sayede, kuşatma sırasında erzak sıkıntısı yaşanmasının önüne geçmeyi hedeflemiştir...

Düşmanın tereddüt etmesini ve hareketsiz kalmasını sağlamak, aynı zamanda kaledekilerin moralini yükseltmek amacıyla sahte haberler yaymıştır...

Düşmandan alınan iki tutsağı ayrı ayrı sorguya çekmiş ve İstoni Belgrad'ın alındığı bilgisini teyit etmiştir...

Ardından, bu tutsakları Macar beylerinin yanından geçirerek kaleye Macar askerlerinin yardıma geldiği yönünde yanlış bilgiler verdirerek serbest bırakmıştır...

Bu taktikler sayesinde Tiryaki Hasan Paşa, kuşatma öncesinde düşmanı psikolojik olarak zayıflatmayı, yanlış yönlendirmeyi ve kalenin savunma hazırlıklarını gizli tutmayı başarmıştır...

Düşmanın bataklığı geçmek için yaptığı köprüler, fedai askerler tarafından gizlice yakılmıştır... 

Ayrıca, düşmanın yaptığı bir köprüye kalın bir urganla çengel takılarak köprü yukarı çekilmiş ve üzerindeki düşman askerlerinin boğulması sağlanmıştır...

Başkomutana yazılmış gibi sahte bir mektup hazırlanarak düşmanın eline geçmesi sağlanmıştır...

Bu mektupta, kalenin durumu hakkında yanıltıcı bilgiler verilerek düşmanın yanlış stratejiler izlemesi amaçlanmıştır…

Handan ve Kenan isimli köleler kaçak gibi düşman içine gönderilmiş, İmparator'a kalenin yiyecek ve asker sıkıntısı çektiği yönünde yalanlar söylemeleri istenmiştir...

Daha sonra bu kölelerin aslında casus olduğu ortaya çıkınca idam edilmişlerdir...

Barut sıkıntısı çekildiği dönemde, Uzun Ahmet isimli bir askerin güherçileden barut yapabileceğini söylemesi üzerine, bu durumdan faydalanılarak düşmana barut sıkıntısı olmadığı mesajı verilmiştir...

Ömer Ağa komutasındaki askerler Berk Suyu üzerinden karşıya geçirilirken, aynı anda kaleden topçu ateşi açılmıştır...

Bu, piyade ve topçunun koordineli bir şekilde çalışarak düşmana büyük kayıplar verdirmesini sağlamıştır...

Düşmanın kaçış yolları kesilerek pusu kurulmuş ve düşman askerlerinin büyük bir bölümü imha edilmiştir…

Bu hileler sayesinde Tiryaki Hasan Paşa, düşmanı psikolojik olarak yıpratmış, yanlış kararlar vermelerini sağlamış ve kalenin savunmasını başarıyla sürdürmüştür...

 

***

Kanije Savunması, Osmanlı İmparatorluğu'nun duraklama döneminde kazanılan önemli bir zaferdi...

Bu dönemde elde edilen başarılar, Türk milletine umut vermiş ve moralini yükseltmiştir…

Tiryaki Hasan Paşa'nın askeri zekâsı, liderlik yetenekleri ve harp hileleri sayesinde kazanılan bu zafer, Osmanlı ordusunun gücünü ve yeteneklerini bir kez daha göstermiştir...

Paşa'nın düşmanı aldatma, istihbarat toplama ve askerlerini motive etme becerisi, zaferin kazanılmasında belirleyici olmuştur...

Kanije'nin 1600 yılında Türkler tarafından ele geçirilmesi, Hıristiyan dünyasında büyük bir üzüntü yaratmıştı...

Bu durum, kalenin Osmanlı İmparatorluğu için ne kadar önemli bir stratejik hedef olduğunu göstermektedir...

Tiryaki Hasan Paşa'nın stratejik öngörüsü sayesinde, ordunun Estergon'a yönelmesi durumunda Kanije'deki düşmanın geri bağlantı hatlarını kesme tehlikesi bertaraf edilmiştir... 

Bu sayede, Osmanlı ordusunun kuzeydeki harekâtı için güvenlik sağlanmıştır...

Türk ordusunun büyük bir kısmı Kanije'ye giderken, kuzey yanının korunması için Budin Kalesi'nin de güçlü tutulması gerekiyordu...

Tiryaki Hasan Paşa gibi yetenekli bir komutanın Budin'e atanması, bu bölgenin güvenliği açısından önemli bir karardı...

***

Kanije Zaferi'nden sonra Padişah III. Mehmet, Tiryaki Hasan Paşa'yı vezirlik rütbesiyle ödüllendirmiş ve ona olan takdirini göstermiştir...

Bu durum, Kanije Savunmasının Osmanlı Devleti nezdindeki önemini ve değerini açıkça ortaya koymaktadır...