KİTAP İNCELEMESİ
***
KİTAP ADI: BİR SEVDADIR ÇOBANLIK
KİTAP YAZARI: MEHMET TAŞDİKEN
***
1976’lı yıllarda otağ yayınevi “milli hikâyeler demeti” adı altında hikâye kitapları yayınlamıştır…
Bu kitap milli hikâyeler demeti serisinin 7.sidir…
Amaç, toplumun bağrından çıkan milli sanat kapsamındaki hikâyelerin genç nesillere sevdirilmesi ve ulaştırılmasıdır…
Milli sanat nedir?
Bir toplumun kültürünün belirmesi ve gerçekleşmesidir…
Nazım Hikmet’in şiiri Türkçe yazılmış ve okuyucu bulmuş diye milli olamaz!
Donkişot romanı Türkçeye çevrildi diye milli olamaz…
Dolaysıyla gelecek nesiller iki farklı kültürle karşı karşıyadırlar…
Birincisi, tarihi ve yerli(milli) kültür…
Diğeri, gayrı milli hâkimi azınlığın taşıdığı batı kültürü…
Kısaca sanatçılar ve sanatseverler, milli sanat anlayışına dönmelidir…
Yoksa sanat, azınlık kültürü halinde kalacaktır…
***
Kitaptaki hikâyelerin kısa özetleri:
1-İhtiyar Hüsmen’e, cimri ve huysuz olduğu için mi Allah evlat vermemiş?
Yoksa evladı olmadığı için mi, cimri ve huysuz olmuş?
Bilinmez…
İhtiyar Hüsmen’in Fındıkzade’de lokantası vardır…
Lokanta üçüncü sınıftır; ama çevresinde başka lokanta olmadığından iyide iş yaparmış…
Bir gün lokantaya dilenci kılıklı bir bayan girmiş…
İhtiyar Hüsmen dilenci kılıklı bayandan para alamayacağını hesap ettiğinden, bayana her verilen şeyden oldukça rahatsız olmuş…
Lokanta çalışanlarına ağza alınmadık hakaretler etmiş…
Ancak kadın çıkarken borcunu sorması ve paranın üstünü almaması Hüsmen’i oldukça mutlu etmiş…
2-Kara Sinan, Ağa Kemal’in küçük kardeşidir…
Kara Sinan, içkiyi ve asalak yaşamayı seven biridir…
Kavga ve tehditle ağabeyini ha bire sömürmektedir…
Ağabeyinin emekleriyle yapılan evleri, bin bir yalan ve tehditle alır…
Bu zülüm karşısında Ağa Kemal’e kardeşini vurması tavsiye edilir…
Ağa Kemal kesinlikle bu fikri kabul etmez…
Ancak Kara Sinan, Efe Recep’ten para karşılığı ağabeyini vurmasını ister…
Efe Recep, Ağa Kemal’in çok iyi dostudur ve teklifi kabul etmez…
Ağa Recep bu olayı duymasına rağmen hiçbir şey yapmaz…
Ama Kara Sinan’ın evi gece yarısı yanar…
Yanan evle beraber Kara Sinan’ın ağasına olan kini, karısı ve parası yanar kül olur…
Ve tüm köylüye karşı “affedin” diyerek hüngür hüngür ağlar…
3-1976’lı yıllardaki hastane (hastalık evleri) ve sağlık sistemini anlatan çok güzel bir hikâye…
Hasta çok, yataklar dolu, doktor az, hemşire ve hastabakıcının az olduğu yıllar…
Bu gün tarih 2021, o günleri yaşamamış gençlere sözümüz yok; ama o günleri yaşamış ve bu günlere hakaret eden nankörlere söylenecek çok sözümüz var!
4-Aynı okulda okumuş iki arkadaştan biri fakir, diğeri varlıklı ailenin çocuğudur…
Babalarının işleri gereği ayrılırlar; ama mektuplaşmaya devam ederler…
Ailesi varlıklı olan çocuk diğerine, okulu bitirdiğini ve sosyalizmi seçtiğini yazar…
Fakir aile çocuğu arkadaşı da o’na, “Bundan sonra evim olmalı ve bir görüşüm olmalı” der gibisin…
Yani görüş senin için bir avukatlık bürosu gibi aksesuar mı?
Sen sosyalizmi Amerikan kotu gibi modaya uygun olduğu için seçmişsin…
Ve sosyalizm konusunda , “fukaralık edebiyatı” dışında bir şey bildiğini zannetmiyorum…
Siz fakirliğin edebiyatını yaparken, biz fakirliği yaşıyoruz…
Ve biz fakirliği yaşarken, hiçbir zümreye ve topluluğa kin duymuyoruz…
Ama Dostoyeviski bak sosyalizm için ne diyor, “ sosyalizm daha çok zındıklık, Tanrı’sızlık, yerden göğe yükselmek değil, göğü yere indirmek kastıyla inşa edilmiş bir Babil kulesidir.”
Not: Babil kulesi: Tevrat ve Kuran’da konusu geçen, Tanrı'ya ulaşmak için inşa edilen kule…
Dostoyeviski burada şunu ifade etmektedir: Sosyalizm, piramidin tabanından yukarıya doğru değil de, tabanını göğe çıkartıp tepesini yere sabitlemeye çalışmaktadır…
Kısaca “yıkılmaya mahkûmdur” diyor…
5-Asım, Yozgat’tan İstanbul’a okumaya gelen bir gençti…
Bir gün köyünde öğretmenlik yapan öğretmenlere hemşerisinin kahvesinde rast geldi…
Bu öğretmenler köyde birinci, ikinci sigarası içer ve burjuvazinin aleyhinde konuşur ve sosyalizmi savunurlardı…
Ama o öğretmenler burada küfrettikleri Amerika’nın Pall Mall sigarasını tüttürüyorlardı…
Asım anladı ki, sosyalizmi savunanlar; ne vurguncuya düşmandı, ne lüks hayata, nede bozuk bir sisteme…
İşte Asım bu gerçek karşısında yolunu ve çizgisini belirlemişti…
6-1975 yılını Birleşmiş Milletler “kadın yılı” ilan etmişti…
Bu yıl dolaysıyla fakir kızların genç arzularını söndüren asalak piçlere tepki için bu hikâye kaleme alınmıştır…
7-Bir tiyatro çalışanının, tiyatro izlenimleri hikâye edilmektedir…
8-Koyunlarla, köpeklerle insanla konuşur gibi konuşur çoban…
Kısaca bir sevdadır çobanlık…
Köpek, çobanın yardımcısıdır…
Bu yüzden toplum ona “çoban köpeği” der…
Çoban köpeğinin en üzücü tarafı ince hastalığa yakalanmasıdır…
Bu hastalığa yakalanan köpek, daha iflah olmaz…
Bu durumda ya sürüyü seçeceksin ya köpeği…
İnce hastalığa yakalanan köpek, kurtların parçaladığı koyunların kanını yalamaktan ve etini yemekten haz duyarlar…
Kan yalamak ve et yeme iştahı kabarınca sürüyü koruma içgüdüsü kaybolur…
Ve köpek, kurtlar sürüye saldırsınlar diye ulumaya başlarlar…
Bu durumda sürüyü kurtarmanın tek yolu vardır…
O da İnce hastalık bulaşan köpeklerin soyunu kurutmaktır..
9-Salih memleketinde bir kız kaçırır…
Ve daha sonra İstanbul’a göçer…
Sonrada babası gelir İstanbul’a…
Geçimlerini sağlamak için bir çay kahvesi açarlar…
Salih, kaçırdığı karısına yapılan ahlaksızlıktan dolayı her zaman düşünceli ve sıkıntı içindedir…
Uzun bir aradan sonra kahveye uğrayan arkadaşı Mehmet, Salih’i kahvede görmez…
Ve Salih’in hapse düştüğünü babasından öğrenir…
Konu, namus davasıdır…
10-Aslan beyin hikâyesi, 1950-1970 yılları arasının hikâyesidir…
Onlar Türkiye’nin kaderini değiştirdiler…
Onlar ne mükemmel insanlardı…
Tohumu toprağa serptiler; ama eksiklerini ve hatalarını düzeltecek arkalarında kimse yoktu…
Ve onlar, kendisininmiş gibi toplumun felç geçirmiş sol elini, sağ elinin içine alarak aramızdan çıkıp gittiler…
11-İnsanın sosyal bir yaratık olduğunu anlatan güzel bir hikâye…
Ve de kalabalıklar içinde yalnız yaşamayı anlatan felsefi bir konu…
12-Aynı fikre sahip hastane çalışanı iki arkadaş, Tanzimat'tan bu yana batılılaşmayı tartışırlar…
Arkadaşlardan biri batı savunucusu, diğeri batı karşıtıdır…
Tanzimat’tan bu yana batılılaşmayı büyük bir iştahla savunan arkadaşına, “Biz elli senedir, her şeyi inkâr eylemekte değimliyiz?
Nasıl savunuruz Tanzimat’ı?” gibi sorular sorar…
13-Görevini savsaklayan; ama rüşvetli işlerde dokuz takla atarak çözüm üreten iki karakol görevlisinin hikâyesidir…
Görev yaptıkları odada bulunan karasinekle verdikleri mücadele takdire şayandır…
***
Bu kitaptaki hikâyeleri yazmada emeği geçen yazarlardan ölenlere rahmet, sağ olanlara da sağlıklı uzun ömürler diliyoruz…