KİTAP İNCELEMESİ
***
KİTAP ADI: SABIR TAŞI
KİTAP YAZARI: NECİP FAZIL KISAKÜREK
***
Bu masalı büyüklerimiz küçüklerimize anlatır…
Benzerlerini dinleriz; ama büyük Üstat Necip Fazıl Kısakürek bunu bir piyes haline
getirmiş ve bizden bazı dersler çıkarmamızı istemiş:
1-İstikrarlı olmak,
2-Sabırlı olmak,
3-Emanete sahip çıkmak,
4-ihtiraslı ve asla muhteris olmamak…
***
SABIR TAŞI MASALININ TAMAMI:
Bir kuş varmış…
Gelirmiş bir köye bir genç kızın penceresine konar, sürekli bu genç kızı izlermiş…
Genç kız da pencereye konan ufacık ama karnı kınalı bu kuşu izler ve merak edermiş…
Serçeye benzer gibi ama serçe değil farklı bir kuş, acaba bu kuş neyin nesidir? diye sürekli düşünür dururmuş…
Gergefinde nakışını oyasını yapar, bir yandan da o kuşa bakarmış…
Bir güne kuş gelmiş pencerenin önüne konmuş, kız da ona dikkatli dikkatli bakıyormuş…
Birden kuş dile gelmiş “merhaba” demiş, genç kız şaşırmış “sen bir kuşsun nasıl konuşuyorsun, öyle?” diye sormuş…
Kuşta, “ görmüyor musun benim karnım kınalı, ben diğer kuşlara benzemiyorum” demiş…
Kız merakla, “nereden geliyorsun, niye buradasın? “ diye sormuş…
Kuş cevap vermiş, “ben seni bir gün büyük bir saraya götüreceğim onu müjdelemeye geldim” demiş…
“Nasıl yani?” diyen kız, şaşırmış ve “sen küçük bir kuşsun beni koca bir saraya nasıl götürebilirsin ki?” diye sormuş…
Kuş “sabret” demiş ve uçup gitmiş bir şey demeden…
Genç kız beklemiş, günler geçmiş “ortalarda yok o kuş, beni aldattı” diye sinirlenmiş…
Bir ara kuş tekrar gelmiş…
“Canın sıkıldı değil mi?
Sabrın tükenmek üzere, sabret, sabretmeden bir şeye ulaşamazsın…
Sabredecek misin?” diye ısrarla sormuş kuş…
Kızda çaresiz “evet” deyince kuş tekrar “sabret seni bir gün saraya götüreceğim” deyip yine uçup gitmiş…
Sabırla kuşun tekrar gelmesini beklemiş…
Günler geçmiş, günler günleri kovalamış…
Sonunda kuş gelmiş, tekrardan pencerenin önüne konmuş…
Ve “seni bir saraya götüreceğim demiştim değil mi? diye sormuş…
Kızda “ne zaman götüreceksin” diye sorunca, “ ilk aşamayı geçtin, sabret şimdi götüreceğim seni” demiş kuş…
Kız sevinmiş, birden o küçücük kuş çırpınmış, silkinmiş ve koskoca Zümrüdüanka’ya dönüşmüş…
Kanadının üzerine genç kızı almış ve gökyüzünde yolculuğa başlamışlar…
Kuş, gökyüzünde genç kızla uçarken ona, “senin bir şeye karar vermen lazım, seni sarayın bahçesine bırakacağım, bırakacağım ama sarayın kapısından içeri girmeyeceksin…
O bahçede bir sınava tabi tutulacaksın…
Bahçede bir taşın üzerinde bir cenaze var, cenazenin başında tam kırk gün
bekleyeceksin…
Orada bütün ihtiyaçların karşılanacak…
40 gün sonra o cenaze dirilecek…
Uyanan Şehzade, cenazesi başında bekleyen kadını Sarayı’na sultan yapacak…
Ve o kişi sen olacaksın, yeter ki sabret…
“Tamam, mı?” diye sorar kıza…
Kızda söz verip “tamam” deyince kuş kızı sarayın bahçesine indirmiş…
Gerçekten de bahçede uzun bir taş o taşın üstünde yatan bir cenaze, başı sarılı, yüzü mumyalanmış…
Anlamış ki kuş haklı, başlamış beklemeye…
Bir gün geçmiş, İki gün geçmiş, üçüncü gün geçmiş derken günler günleri kovalamış, genç kızı almış bir heyecan,40. güne yaklaştıkça heyecanı artmış…
Çünkü kırk gün sonra saraya sultan olacak…
39. günü bulmuş, bir gün kalmış, “saraya gidiyorum” diye “sultan oluyorum” diye içi içine sığmıyor muş, çünkü bir gün sonra saraya sultan olacakmış; ama bir yandan da merak ediyormuş, “acaba bu saray nasıl bir yer? İmkân olsa da şöyle bir kenardan bakabilsem” diye kafasından düşünceler geçirirken tam o esnada bir kadın gelmiş yanına…
“Merhaba ben bu sarayın cariyesiyim” deyince, genç kızda ona “bir iki saatliğine benim yerime burada bekleyebilir misiniz?
Ben sarayın kapısından şöyle bir baksam, görsem…
Ben bu saraya sultan olacağım ya ondan merak ediyorum” demiş…
Cariye de “tabii ki efendim, emrinizdeyim ben beklerim” demiş ve genç kız dayanamamış Saray görmek sevdasıyla kapıdan içeri girmiş…
Başı dönmüş genç kızın…
Güzellikler karşısında başlamış dolaşmaya kapıları…
Açıyor kapıdan içeri giriyor, öbür kapıya gidiyor, içerideki güzellikleri görüyor, bahçeye çıkıyor, kuşlar görüyor, ağaçlar görüyor, etkilenmiş başı dönmüş iyice iki saat geçmiş ama kız dönmeyi unutmuş…
O sırada genç kız sarayda iken Şehzade uyanmış…
Uyanır uyanmaz ellerini açmış “hey sabırla kırk gün beni bekleyen kadın, artık sen sarayın cariyesi değil, sarayın sultanı olacaksın” demiş…
Ve yanında bekleyen kadını sultanı yapmış…
Cariye Sultan olurken kız olmuş sarayın cariyesi…
Genç kız yanlarına gelmiş; ama iş işten geçmiş, çünkü süre bitmiş…
Şehzade yeni sultana, “Bu kadın kim?” diye sormuş...
O'da “efendim bu kız Sarayı’nın cariyesidir” demiş…
Genç kıza bir oda vermişler…
Orada başlamış Saray'a hizmet etmeye…
Her gün kendi kendisine, “ben neden sabredemedim, beklemedim, istikrarı bozdum…
Ben neden bana 40 günlük emanet edilen cenazeye ihanet ettim…
Neden onu bıraktım…
Zümrüdüanka hâlbuki bana demişti ki “kırk gün bekleyeceksin” ben dayanamadım onun başından ayrıldım” diye dövünürmüş…
Şehzade uzak bir yolculuğa çıkacakmış, çıkmadan önce gelmiş genç kızın yanına, köylü kıza, “benden bir isteğin var mı? diye sormuş…
Aslında Şehzade durumdan şüphelenir olmuş, çünkü bu genç kız hiç cariyeye benzemiyormuş “bunda bir hal var” diye sürekli kafasında soru işaretleri takılıyormuş…
Genç kız, “efendim bana bir SABIR TAŞI getirebilir misiniz?” diye ricada bulunmuş…
Şehzade iyice şüphelenir…
Sabır Taşı, hani masallarda geçen mercimek kadar taş var ya, insan ona derdini anlattıkça şişer şişer birden dayanamayıp çatlar, işte bunun için genç kız Şehzade den bir Sabır Taşı istemiş…
Şehzade yolculuktan dönmüş…
Sabır taşını getirmiş kıza vermiş ve “bakalım ne yapacak?” diye izlemeye koyulmuş…
Bir akşam yine genç kızı uzaktan uzağa takip ederken, genç kız taşı çıkarmış konuşmaya başlamış, “ey Sabır Taşı, ben köyde genç bir kızdım, Zümrüdüanka geldi bana bir vaatte bulundu ve bana ‘sabırlı ol’ dedi, ‘istikrarlı ol’ dedi…
Ama ben, emanete sahip çıkamadım, sabredemedim, emanete ihanet ettim, ihtirasa düştüm, ‘sarayı göreyim’ diye başım döndü…
Sultanlığı kaybettim, cariye oldum, ‘şimdi söyle taş, sen olsan ne yapardın?’ diye sormuş…”
Taş şişmiş şişmiş ve çatlamış…
Genç kız, “taş senin dayanamadığın derde ben nasıl dayanayım?” demiş…
Ve tam kendini sarayın penceresinden atarken Şehzade kolundan yakalamış…
“Söyle bakalım nedir bu anlattıkların?” diye sormuş…
Genç kız bunun üzerine bütün olanları anlatmış…
Şehzade Sultan olan eski cariyeyi çağırmış, yüzleştirmiş ve gerçek ortaya çıkmış…
Bunun üzerine Şehzade cariyeye sormuş, “40 satır mı? 40 katır mı?”
Cariye düşünmüş, “kırk satır desem satırla öldürür beni herhalde, kırk katır dersem, olsa olsa 40 katır yük taşıtır bana…
Ve ben o yükleri taşımak zorunda kalırım, o da gelir geçer…
En azından ölümden kurtulurum diye düşünerek “kırk katır”” demiş…
Ama Şehzade cariyeyi 40 katırın ayaklarına; ellerinden, kollarından ve bacaklarından bağlatarak parçalatır…
Ve böylelikle genç kız da Saray'a sultan olur; ama sabırsızlığın cezasını bir hayli çeker…