KİTAP İNCELEMESİ
***
KİTAP ADI: HZ. OSMAN
KİTAP YAZARI: MUSTAFA NECATİ BURSALI
***
İslam ile henüz müşerref olmayan Osman İbn-i Affan ve Talha b. Übeydullah birlikte Allah Resulü ’nün huzuruna giderler...
Allah’ın Resul’ü onlara mukaddes İslam’ı arz etti, Kur'an okudu…
İslâm şeriatını nokta nokta anlattı...
Müslüman oldukları takdirde, Allah katında büyük izzet ve şeref kazanacaklarını vaat etti...
İkisi birden iman ettiler ve İslâm dairesine girdiler…
***
Hayâ ve edep incisi Hz. Osman, Allah Resulü’ nün kızı Rukiye ile evlenmişti, Rukiye ölünce Peygamberimizin diğer kızı Ümmü Gülsüm ile evlendi…
Kâinatta bir peygamberin iki kızını almış ilk insandır, Hz. Osman...
Onun için lâkabı "çifte Nur" sahibidir…
Bedir ve bir iki gazadan başka bütün cenklerde, Kâinatın Efendisi’yle beraber bulundu...
Bedir cengine katılmayışı, hasta bulunan zevcesi Rukiye’nin yanında kalışı yüzündendir…
Allah’ın Resul’ü Hz. Osman için “Her Peygamberin bir arkadaşı vardır…
Osman İbn-i Affan, dünyada dostumdur, ahrette de dostumdur!” demiştir…
Peygamberimiz bir gün kızı Rukiye’ye, “Ey babasının canı, Osman’a hürmette kusur etme!
Sahabelerim içinde ahlâk bakımından bana en çok benzeyen, odur!” diye nasihat etmiştir…
Hz. Osman birçok defa bu şekilde Peygamberimizin takdirine mazhar olmuştur, “Kardeşim Osman’ı kucakladım, kimin bir kardeşi varsa, onu kucaklasın…”
“Gökte melekler bile Osman’ın hayâsına bakar da utanırlar!”
Hicretten 47 sene evvel doğmuş, 82 yaşında şehit edilmiştir…
Büyük mal ve servet sahibi, güzel huylu, orta boylu, esmer renkli ve güler yüzlü, Kâinatın Efendisi’nin sözüne göre “İkinci Yusuf” tur…
Hz. Osman, servetini İslam için harcamakta hiç tereddüt etmemiştir…
Bir gün peygamberimiz Allah’a,
“Ya Rabbi!
Bana ihsan edenlerin hepsinin mükâfatını verdim; ama Osman Bin Affan’ın ihsanının karşılığını vermekten aciz kaldım...
Ey ihsanı bol Allah’ım! Sen ona en iyi mükâfatı ver!” şeklinde dua eder…
Allah’ta Peygamberimize Cebrail ile haber gönderir,
“Ey Habibim, Osman’a selâmımı söyle...
Biz ondan razı olduk…
Onu Cennette sana komşu edeceğiz…
Arasat hesabını ondan kaldırdık…
Sen onu mükâfatlandırmaktan aciz kaldın ise, biz ona mükâfat vermekten aciz değiliz…”
***
Peygamberimizin ölümünden sonra Hz. Ebubekir halife seçilir…
Hz. Ebubekir’in ölümünden sonrada Hz. Ömer halife seçilir…
Hz. Ömer’in şahadetinden sonra Hz. Osman halife seçilir…
Hz. Osman döneminde fitne hareketleri başlar ve Şii mezhebi doğar!
II. Abdülhamit döneminde olduğu gibi bu döneminde gizli fitnecileri Müslüman gözüken Yahudilerdir…
Hz. Osman’ın kaderiyle Osmanlının kaderi birebir çakışmaktadır…
Abdullah İbn-i Sebe, halife Hz. Osman döneminde Müslüman olmuş gizli bir Yahudi'dir…
Allah'ın lanetine uğramış Yahudi milleti sinsice İslâm devletinin temeline dinamit yerleştiriyordu...
Abdullah İbn-i Sebe ve beş Yahudi arkadaşı, henüz yeni Müslüman olmuş, imanın hakikatine erememiş saf, temiz genç ve tecrübesiz insanlara çirkin düşüncelerini aşılıyordu...
Saf ve berrak gençleri birbirlerine düşman ederek, isyanlar çıkarmaya koyuldular...
İhtiras ve menfaat ateşi ile kıvranan şeytan Yahudilerle birlik olan saf ve temiz Müslümanlar, onların kötü niyetlerini sezememiş ve Peygamberler Peygamberinin masum halifesi Hz. Osman’ın aleyhine harekete geçmişlerdi…
Bunların arasında Hz. Ebu Bekir’in oğlu Muhammed de vardı…
Fitnecilerin, mazlum halife Osman’a attıkları iftiralar,
1. Afrika’dan Medine’ye gelen ganimetleri Mervan Bin Hakem'e verdiği,
2. Abdullah Bin Halid’e 300 bin dirhem hazineden ihsan ettiği,
3. Abdullah Bin Sad Bin Sarh’a ganimetten büyük bir hisse ayırdığı,
4. Devlet hazinesindeki mücevherleri kızlarına verdiği,
5. Devlet parasıyla kendisine köşk yaptırdığı,
6. Hz. Abdullah İbn-i Mes’ud’un tahsisatını kestiği…
Ve Hz. Osman’ın iftiracılara cevabı:
“Diyorlar ki: Ben, yakınlarımı sever ve onlara ihsanlarda bulunurum…
Bu söz doğrudur…
Yakınlarımı severim...
Onlara ne versem kendi malımdan veririm…
Müslümanların malını kimseye vermem…
Allah Resulünün, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’ in zamanlarında da büyük hediyeler takdim etmiştim…
Şimdi ömrümün sonuna yaklaşmış bir ihtiyarım...
Gençliğimde cömert iken şimdi cimri mi olacağım...
Yemin ederim ki Müslümanların mallarından bir para dahi almış değilim…
Bütün masraflarım kendi öz malımdandır…”
Hz. Osman ziyarete giden Hz. Ali, “Ya Osman, işler çığırından çıkmak üzere…
Ömer, vali yaptığı adamın icabında kulağını büker ve en şiddetli cezaya çarpardı...
Sen bunu yapamıyorsun...
Sizde işi sıkı tutunuz ki akıbetiniz vahim olmasın!
Akraban hakkında yumuşaklığın var!"
Hz. Osman’ın cevabı:
“Ya Ali!
Onlar senin de akrabandır!”
Hz. Ali’nin cevabı:
“Evet, onlar benim de akrabamdır…”
Hz. Ali halifenin yanından ayrıldıktan sonra Hz. Osman minbere çıktı ve şöyle dedi:
"Her şeyin bir afeti vardır!
Sizin afetiniz de kötülemek ve ayıp aramaktır...
Ömer sizin başınıza bastı…
Sizi eli ile dili ile dövdü…
Siz onun emirlerine itaat ettiniz!
Hiç bir şeyden şikâyet edemediniz!
Ben size yumuşak davrandım…
Kibar ve nazik muamele eyledim!
Siz benim üzerime yürüdünüz!
Beni dilinize almayınız?
Valilerinizi kötülemekten de vaz geçiniz?"
Halife Hz. Osman Minberden indi ve evine gitti…
Hz. Osman, tüm yöneticileri toplantıya çağırır ve onlara,
“Siz benim vezirlerim ve mutemetlerimsiniz!
İnsanların hâlini görüyorsunuz, ne yapıyorlar?
Benim memurlarımı azlettirmek ve yerlerine istediklerini getirmek istiyorlar…
Bu hususta sizin fikriniz nedir?” diye sorar…
Toplantı sonunda, valiliklere konuyu incelemek ve rapor etmek için müfettişlerin gönderilmesine karar verilir…
Yapılan incelemeler sonunda sıkıntı olmadığına dair rapor halifeye gönderilir; ama rapor halifeye verilmez…
***
Mısır’dan Peygamber beldesi Medine’ye bir heyet geldi…
Hayâ ve edep incisi Hz. Osman’ın huzuruna çıktılar;
“Ey Müminlerin Emiri, valimizden şikâyetçiyiz…
Halka zulüm ediyor!
Hz. Osman onlara,
“Peki, siz gidiniz...
Ben valiye bir name göndereyim!” der…
Mısır Valisi Abdullah İbn-i Sa’d mektubu alır ve okur…
Halifenin yüce emrine itaat edeceği yerde şikâyetçileri iyice patakladı…
Olay o kadar şiddetlendi ki dayağın tesiriyle adamın biri ölür…
İşte bu son damla bardağı taşırır…
İsyancılar avaz avaz bağırdılar:
“Halife ve onun adamlarına ölüm!”
Medine’ye doğru bir akın başladı…
Artık ihtiras ve nefis canavarı ağzı açılmıştı…
Hz. Osman’ı halletmek için alev alev yanıyorlardı…
Bu gözü dönmüş kan dökücüler Medine’ye üç konak mesafeye kadar geldiler ve karargâh kurdular...
Bütün ömürlerini mukaddes dinin uğruna geçiren, Allah'ın Sevgilisiyle cenk sahnelerine süzülüp nice iman düşmanının ciğerini delen, Küfür kanserini kökünden kazımak için az mı çaba harcamışlardı…
Şimdi bu isyancılar nasıl oluyor da, Müslüman kanı dökmek istiyorlardı…
Elbette onlara bu fırsat verilmedi ve nur şehri Medine’ye koymadılar...
Mısırlı isyancıların temsilcileri Hz. Ali’nin ziyaretine geldiler:
“Ya Ali, biz karar aldık eğer kabul edersen sana biat edeceğiz...” dediler…
Hz. Ali’de onlara,
“Susunuz!
Buradan gidiniz!
Böyle bir teklife nasıl cüret edebiliyorsunuz?
Allah Resulü lanetlenmiş olduğunuzu bildirmişti…
Bunu unutmayınız ve bu sevdadan vaz geçiniz!” dedi…
İsyancılar hile olarak geri döner gibi yaptılar; ama geri dönmediler…
Akın akın Medine’ye girdiler…
Bir müddet halife Hz. Osman’ın namaz kıldırmasına fırsat verdiler; ama neticede onu evine hapsettiler…
Hz. Ali, yine aynı sahabeler ile isyancıların yanına gitti ve onlara nasihat etti…
İsteklerinin kabul edileceğini, Mısır Valisinin azledilerek mahkemeye sevk edileceğini, onun yerine Hz.
Ebu Bekir’ in oğlu Muhammed’in tayin olunacağını bildirdi...
Yeni Vali ile Mısır’a dönmelerini istedi…
İsyancılar bu teklifleri kabul ettiler…
Geldikleri yere gitmek üzere nur şehri Medine’den ayrıldılar...
Böylece yeni bir ümit ışığı doğmuş oluyordu…
Artık fitne ateşi sönmeye yüz tutmuştu...
Ne hazin bir tecellidir ki bu fitne değirmenini zehirli adamı Abdullah İbn-i Sebe durmuyordu...
Perdenin arkasındaki o idi...
Mısırlılar Medine’den üç konak ötede çadır kurmuş dinleniyorlardı…
Karşıdan deve üzerinde süratle yol alan bir adam gidiyordu…
Kimdi bu?
Şüphelendiler...
Yolcuyu durdurdular ve sordular:
“Kimsin?”
Yolcu cevap verdi,
“Müminler Emiri Hz. Osman’ın kölesiyim!”
Mısırlılar sordular,
“Nereye gidiyorsun?”
Köle cevap verdi,
“Mısır valisini görmeğe gidiyorum!”
Mısırlılar cevap verdi,
“Mısır valisi Muhammed İbn-i Ebi Bekir burada!”
“Ben eski vali Abdullah İbn-i Sa’d İbni Sarh’ı görmeğe gidiyorum!” deyince, köleyi Hz. Ebu Bekir’in oğlu Muhammed’in yanına götürdüler…
Kölenin üstünü aradılar...
Bir şey bulamayınca, yanında taşıdığı bir kuru matarayı yarınca içinden bir mektup çıktı...
Mektup Mısır’ın eski valisi Abdullah İbn-i Ebi Sarh’e yazılmıştı…
Müminler Emiri Hz. Osman’ın mührü ile de mühürlenmişti…
Mektupta, Muhammed İbn-i Ebi Bekir ve arkadaşlarının geldikleri zaman ellerindeki yazılı emre itaat etmemesini ve hepsinin boynunun vurulmasını ve de ikinci emri beklemesi yazılıydı…
Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed mektubu tekrar yerine koydu…
Yanındakilerin mühürleri ile üzerini mühürledi…
Bu mektup isyancıları o kadar öfkelendirdi ki köleyi de yanlarına alarak hemen Medine’ye dönmeye karar verdiler…
Tüm isyancılar geri dönerek Hz. Osman’ın evini kuşattılar…
Hz. Ali ve Sahabeler durum değerlendirmesi yaparak Hz. Osman’ı ziyarete gittiler…
Hz. Ali sorar,
“Ya Osman, bu köle ve deve senin mi?”
Hz. Osman cevap verir,
“Evet, ya Ali benimdir!”
Hz. Ali sorar,
“Bu mektubu sen mi yazdın!”
Hz. Osman cevap verir,
“Hayır, ben yazmadım, yazılmasını da emretmedim ve haberim yoktur...”
Hz. Ali sorar,
“Mühür senin mi?”
Hz. Osman cevap verir,
“Evet benimdir!”
Hz. Ali sorar,
“Öyle ise nasıl oluyor da, kölen senin deven ile yola çıkıyor, senin mührün ile mühürlenmiş mektubu götürüyor da senin haberin olmuyor?”
Hz. Osman cevap verir,
“Dedim ya, bu mektubu ben yazmadım, yazılmasını da emretmedim, köleyi Mısır’a da ben göndermedim!”
Hz. Ebu Bekir’in oğlu Muhammed devreye girer,
“Osman yalan söylemez, bu Mervan’ın işidir!”
Orada bulunanlar mektubun yazısını incelediler ve mektubun gerçekten Mervan’ın işi olduğunu anladılar...
Hz. Osman’ı isyancılara karşı yönlendirmek isteyenlerden biride Hz. Muğire idi…
Hz. Muğire, Hz. Osman’a isyancıları katlederek kuşatmayı kaldırmayı teklif eder…
Hz. Osman,
“İslâm tarihinde Müslümanları birbirine kırdıran ilk adam ben mi olacağım, ey Muğire?
Vallahi bunu yapamam…” demiştir…
O yüce gönüllü, yüce yaradılışlı Peygamber dostu Hz. Osman kendi canını feda ediyor, fakat bir damla Müslüman kanı dökülmesine rıza göstermiyordu...
Evine hapsedilen halife Hz. Osman’a su verilmesi yasaklanmıştı!
Evinin isyancılara hakim noktasından,
“Ey insanlar!
İçinizde bilen varsa Allah için söylesinler,
Müslümanlar bu şehre hicret ettikten sonra burada susuz kalmışlardı...
Resul-i Ekrem o zaman: “İçimizden birisi çıksa da şu Rume kuyusunu satın alsa!” buyurmuşlardı…
O kuyuyu satın alan ve millete vakfeden ben değil miyim?
Şimdi siz, ondaki bir bardak acı sudan beni men ediyorsunuz...”
Allah ve İslâmiyet hakkı için size soruyorum; darda olan İslâm ordusunu tamamıyla kendi servetimden teçhiz etmedim mi?
Allah ve İslâmiyet adına size yemin veriyorum; mescit-i saadet Müslümanlara dar geldiği vakit, İnsanlığın Efendisi:
“Cennette daha hayırlısını almak üzere falancanın arsasını kim alıp mescide ilâve eder?” buyurduğu vakit, onu satın alıp mescide katan ben değil miyim?
Böyle iken, şimdi siz benim mescit de namaz kılmama mâni oluyorsunuz, bu nasıl bir iş?
Peygamber halifesine baş kaldıran asiler başlarını yere eğip sustular...
İrfan denizine gark olmuş din büyüğü yine haykırdı:
Allah’a ve İslâmiyet adına yemin verdirerek soruyorum; Allahın Resulü, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve benimle Şebir dağında otururken, dağ sallanıp taş yuvarlandığı zaman Kâinatın Efendisi taşı ayağı ile itip:
“Ey Şebir dağı dur!
Zira senin üzerinde bir Peygamber bir Sıddık ve iki şehitten başka kimse yoktur…” buyurmadı mı?
Hz. Osman’ın tatlı ve yumuşak sesi yine duyuldu:
"Kâbe’nin Rabbi hakkı için şahit olun ki, ben şehidim!
O halde niçin başımda dolaşıyorsunuz?
Niçin evimi kuşatıyorsunuz?
Niçin Allah Resulünün bu mübarek şehrine musallat oluyorsunuz?
Sizin hareketinize Allah’ı şahit tutuyorum:
Şahit ol Ya Rab, Şahit ol Ya Rab!"
Halifenin nutkunun tesirinde kalan asiler birbirlerine girmişlerdi…
Bunların bir kısmı silâhlarını atmışlar ve avaz avaz bağırmışlardı:
"Biz bu adama fenalık edemeyiz!
Hz. Osman’a karşı müsamahakâr davranmalıyız, ona derdimizi anlatıp gitmeliyiz!"
Küfelilerin başında bulunan Eşter de şöyle haykırmıştı:
"Bizim bu adamın aleyhindeki hareketimizde gizli fesat var, bizi aldatmışlar!"
Gerçekten gizli bir el bu dolapları döndürüyordu…
Hain Yahudi Abdullah İbn-i Sebe, Hz. Ebu Bekir’in küçük oğlu Muhammed ile gizlice buluştu…
Bu tecrübesiz delikanlıyı istediği gibi idare ediyordu…
***
Zilhicce ayının (Hicri takvime göre yılın 12.ayı) on sekizinde, hayatının son Cuma gecesinde bir rüya gördü…
Bütün insanlığa Allah müjdesini getiren yüce Peygamber, onun hemen yanı başında Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer bir arada duruyorlardı…
Peygamberimiz Hz. Osman’a hitap ediyor:
“Ya Osman; Seni
muhasara edip buraya mı kapattılar?”
Hz. Osman cevap verir,
“Evet, ey Allahın Resulü!”
Peygamberimiz sorar,
“Seni susuz mu
bıraktılar?”
Hz. Osman cevap verir,
“Evet, ey Allahın Resulü!”
Kâinatın Efendisi bir kova dolusu su uzatır, Hz. Osman suyu kana kana içer…
Allahın Resulü tekrar sorar:
“Ya Osman, dilersen
yarın iftarı bizim yanımızda yaparsın, ister misin yardımına gelip seni
kurtarsınlar?”
Hz. Osman sevinç içinde cevap veriyor:
“Mertebeyi şahadetle iftarı sizinle yapmak istiyorum, ey
Allahın Resulü!” der…
***
Ertesi sabah isyancılar hamlelerini yenilediler…
Şeytan zekâlı Yahudi o gece uyumamıştı…
İsyancıların çadırlarını bir bir gezdi…
Uydurma şayialarla onların sönen şevkini alevlendirmeğe çalıştı…
Ve onları yeniden harekete geçirdi...
Bu defa işi çabuk bitirmek istiyorlardı...
Hemen harekete geçtiler ve Hz. Osman’ın evine bitişik evin duvarını delip içeri süzüldüler…
İstediği memuriyeti halifeden alamadığı için ona düşman olan Hz. Ebu Bekir’in oğlu Muhammet İlk içeri girenlerdendi…
Hz. Osman rahlesine eğilmiş Kur'an okuyordu…
Genç adam Hz. Osman’ın üzerine atılıyor, onun süt beyaz sakalından kavrayıp haykırıyor: “Şimdi seni Muaviye, İbn-i Ebi Şerh ve İbn-i Âmir kurtarsın!”
Hz. Osman’ın odasına asilerden üst üste giren girene...
Hainin biri Halifenin başına bir demir indirdi…
Amr bin Umuk, Hz. Osman’ın iman dolu göğsüne kılıcını sapladı…
Hançerler peş peşe mübarek insanın vücuduna girip çıktı…
Büyük şehidin mübarek cesedi 3 gün olduğu yerde yapa yalnız kaldı…
Cenaze namazı 17 kişinin katılması ile kıldırıldı…
Kanlı elbiseleri ile yıkanmadan toprağa verildi...
Baki mezarlığının bitişiğinde duvarla çevrili bir yere gömüldü…
***
Not: Günümüzde Hz. Osman hakkında bilerek veya bilmeyerek iftira üretenler, Müslümanlıklarını iman ve ahlak süzgecinden geçirsinler!