KİTAP İNCELEMESİ
***
KİTAP ADI: ERZURUM YOLCULUĞU
KİTAP YAZARI: ALEKSANDER SERGEYEVİÇ PUŞKİN
***
Aleksander Sergeyeviç Puşkin, 6 Haziran 1799 tarihinde Moskova’da dünyaya gelmiştir…
Eşiyle ilgili iftiralar nedeniyle, kendisini ve ailesini korumak amacıyla Dantes isimli şahsı düelloya çağırdı…
1837’de komploya benzeyen bu düelloyla hayatı son bulduğunda otuz sekiz yaşındaydı…
Aleksander Sergeyeviç Puşkin, Rus edebiyatının en önemli isimlerinden biri olarak kabul edilir…
Çarlık rejimi tarafından 1820 Mayıs'ında belirsiz bir süre için Güney Rusya'ya sürüldü…
Daha sonra Çar, gözetim altında serbest kalmasına karar verdi…
Serbest kaldıktan sonra askerlik için başvuruda bulundu, başvurusu kabul edildi…
Askerde kahramanlık destanları yazacağı zannedilen şair, 1929 Osmanlı-Rus savaşı ile ilgili taşlamalar kaleme aldı…
Kitapta yer alan aşağıdaki “İstanbul” şiiri de bu taşlamalardan birisidir…
***
Göklere çıkarıyor gâvurlar bugün İstanbul’u…
Demir bir ökçeyle yarın,
Ezerler de uyuyan bir yılan gibi...
Çekip giderler, Öylece bırakarak,
Felaket karşısında İstanbul uykuda...
İstanbul ayrıldı yolundan peygamberin;
Gerçeğini eski doğunun
Kararttı orada hileci batı…
Kötü zevklere İstanbul, sattı dini de kılıcı da...
İstanbul unuttu terini savaşın,
Şarap içiyor ibadet saatinde…
Söndü iman ateşi orada…
Evli kadınlar mezarlıklarda dolaşıyor…
Sokak başlarına yollanıyor kocakarılar,
Hareme alıyor onlar erkekleri,
Elde edilmiş haremağası uykuda…
Bizim dağlık Erzurum değil öyle; ama
Yolları çok Erzurum’umuz bizim,
Uyumuyoruz yüzkarası şatafatın içinde biz,
Daldırmıyoruz o ele avuca sığmaz, şarap çanağını…
Şarabına sefahatin, ateşin, uğultunun...
Oruç tutuyoruz: kutsal suyun oluğunda…
Gideriyoruz susuzluğumuzu kana kana;
Korkusuz, atak, dalga dalga…
Savaşa atılıyor yiğitlerimiz,
Girilmez haremlerimize haremağaları uyanık, elde edilmezler,
Oturuyor evlerde usluca karılarımız…
***
Puşkin, Rus halkı tarafından “milli şair” ilan edilirken, her nedense Türk solu tarafından komünist olarak lanse edilmektedir!
Ayrıca Türk solunun imrenerek baktığı Avrupa medeniyetine Puşkin nefretle bakmaktadır…
Yukarda ki şiirden de anlaşılacağı üzere Batı medeniyetini “gâvura” benzetmektedir…
***
Erzurum Yolculuğu'nun önsözünde Puşkin, 1829 seferine katılma nedenlerini ve yolculuk notlarını yayınlamaya nasıl karar verdiğini anlatır…
Eser, beş bölümden oluşur ve her bölümde Puşkin'in yolculuğu sırasında karşılaştığı insanlar, yerler ve olaylar hakkında ayrıntılı bilgiler verir…
Bu eser, sadece bir seyahatname değil, aynı zamanda dönemin Rusya'sını, Kafkasya'sını ve Osmanlı toplumunu anlamak için önemli bir kaynaktır…
Yezidilerle karşılaştığında onların inançları ve gelenekleri hakkında ayrıntılı bilgi edinmeye çalışır ve edindiği bilgileri 'Yezidi Tarikatı Üstüne Bir Not' başlığı altında kitapta ayrıntılı bir şekilde ele alır…
Puşkin'in Moskova'dan başlayarak Kafkasya üzerinden Erzurum'a yaptığı yolculuğun güzergâhını da ayrıntılı bir şekilde betimler…
Puşkin'e Kafkasya'nın sunduğu kültürel çeşitliliğin en güzel örneklerinden birini sunar...
Tiflis'in hareketli sokakları, halk hamamları, Gürcü şarkıları ve şarapları, şairin zihninde silinmez izler bırakır…
Kitapta, yolculuğun her aşamasında alınan mesafeler, konaklama yerleri ve karşılaşılan zorluklar hakkında bilgiler yer alır…
Kitapta, silahlı çatışmalar, ordugâh hayatı ve Erzurum'un
fethi gibi önemli olayları ayrıntılı bir şekilde anlatılır...
Puşkin, askeri stratejiler veya savaşın teknik ayrıntılarına odaklanmak yerine,
savaşın insan boyutuna ve yol açtığı yıkıma dikkat çeker…
Örneğin, savaş sırasında yaralanan askerleri, esir alınan Türkleri ve savaşın
ortasında kalan sivilleri tasvir ederek savaşın gerçek yüzünü gözler önüne
serer…
***
Ortadoğu’ya ve Osmanlı’ya ilgisi olan Puşkin, Habeş prensinin torunudur…
Puşkin’in Hz. Muhammed ve İslam için yazdığı şiirler, Müslümanlığı sevdiği ve Müslüman olduğu fikrini akla getirmektedir…
***
Çift ve tek üstüne ant içerim,
Kılıç ve haklı savaş üstüne ant içerim,
Sabah yeli üstüne ant içerim,
Akşam duası üstüne ant içerim:
Hayır, seni terk etmedim ben.
Ya kimdi başını okşayarak
O korunaklı yere götürdüğüm,
Amansız takipten saklayarak?
Ben değil miydim çölün sularıyla
Susuzluğunu dindiren?
Ben değil miydim diline senin
Akıllar üstünde erk veren?
Sıkı dur öyleyse, yalanı hor gör,
Yürü gerçeğin yolunda inançla,
Sev öksüzleri ve Kuran'ımı,
Öğüt ver titreyen yaratığa.
***
Ey lekesiz kadınları peygamberin,
Siz farklı kılındınız bütün eşlerden:
Ayıbın gölgesi de korkunçtur sizin için.
Yaşayın alçakgönüllülüğünüzü yitirmeden
Tatlı kanatları altında sessizliğin.
Yakıştı size bakirenin örtüsü,
Sadık yüreklerinizi saklayın
Helal ve utangaç zevkler için.
Ve ulaşamayacak yüzünüze
Kurnaz bakışı inançsızların.
Ve sizler, ey konukları Muhammed'in,
Akın akın gelenler akşam ziyaretine,
Sakının, dünyasal telaşlarla
Sıkıntı vermekten peygamberime.
O dindarca düşüncelere dalmışken
Hoşlanmaz laf ebelerinden
Sevmez, gösterişli ve boş sözleri:
Sofrasına kibirsiz gelin,
Ve tertemiz bir duyguyla eğilin
Önünde genç cariyelerinin.
***
Peygamber bozulup yüzünü ekşitti
Körün yaklaştığını işitince:
Koşup geliyor, şaşkınlık gösterip
Günah işlemeye cüret etme.
Sana göksel kitap, ey peygamber
Kibir sahipleri için gönderilmedi;
Kuran'ımı sakince bildir,
Zorlama dikine gidenleri!
Neden böbürlenir ki insanoğlu?
Dünyaya çıplak geldiğinden mi,
Ömrünün kısalığından mı,
Güçsüz doğduğu, güçsüz öleceği için mi?
Yoksa Tanrı onu keyfince
Öldürecek ve diriltecek diye mi?
Mutlulukta da acı yazgıda da
Gökten nasıl belirliyorsa günlerini.
Ona nimetler verdiği için mi?
Ve ekmeği ve zeytini ve hurmayı,
Emeğini kutsayarak
Ve bahçeyi ve tepeyi ve tarlayı?
Fakat İsrafil iki kez öttürecek borusunu;
Kopacak yeryüzünde göksel tufan:
Ve kardeş kaçacak kardeşinden
Ve oğul kaçacak anasından…
Ve her şey akacak önünde Tanrı'nın,
Korkuyla allak bullak;
Ve yok olacak günahkârlar,
Ateş ve külle kaplanarak.
***
Bir bahara kavuşturmak için ruhumu
Yalınayak dolaştım çöllerde
Kalbim kızgın güneşte kavruldu.
Ah! Altı kanatlı bir melekti beni bekleyen
İki yolun buluştuğu o yerde.
Gece gelen bir düş gibi, yumuşacıktı
Dokunuşu parmaklarının alnıma
Kaldırdı gözümün perdelerini
Bir kartalın korkuyla açılan gözleri gibi.
Kulaklarıma dokundu.
Sesler, şarkılar doldular:
Neler değildi ki duyduklarım:
Göklerin ürperişi; denizaltında canavarların
yüzüşü, cennette meleklerin kanat çırpışı
uzak bir ağaçta dalların büyüyüşü…
Derken, eğilerek yüzüme, sağ eliyle
Dilimi çekip kopardı ağzımdan;
Söylediği yalanları, işlediği günahları.
Yerine, baygın dudaklarımın arasından
bir yılanın alevli dişlerini taktı.
Yarıp göğsümü kan lekeli bir kılıçla
Titreyen kalbimi söküp çıkardı.
Ateş parçacıkları döküldü ellerinden
En derinlerine açık ağzımın,
Bomboş çölde ölü gibi uzanırken
Duydum haykırışını Tanrı’nın:
“Kalk, ey peygamber, dinle söylediklerimi
Artık benim dileğimle güçlendin.
Aş uzak ülkeleri, uzak denizleri
Ve yansın insanların kalbinde sözlerin.”
***
En doğruyu, en gerçeği Allah bilir; ama bir Müslüman olarak yukarda ki şiirlerden de anlaşılacağı üzere, Allahın Ayetlerini, Resulünü bilen, seven ve methiyeler düzen birisini Müslüman kabul etmek zorundayız…
Dolaysıyla “Allah rahmet etsin” demekte görevimiz…