KİTAP İNCELEMESİ
***
KİTAP ADI: ÖLDÜKTEN SONRA “ALLAH” DİYEN BAKAN
KİTAP YAZARI: HÜSEYİN
YILMAZ
***
Kitap, iş bankası klasikleri dizisiyle adı anılan Hasan Ali
Yücel’i konu almaktadır…
Aslen Giresun /Göreleli olan Hasan Ali Yücel, 1897 yılında
İstanbul’da doğmuştur…
Türk felsefe öğretmeni, eski millî eğitim bakanı ve Köy
Enstitüleri'nin kurucusudur…
1935 yılında Cumhuriyet Halk Partisi'nden İzmir milletvekili
olarak meclise girdi ve art arda dört dönem milletvekilliği yaptı…
Aynı zamanda Ünlü şair Can Yücel’in babasıdır…
***
Hasan Ali Yücel, yıllar yılı hem inkılâpçı, hem değildir…
Hem dindar, hem değildir...
Yakın Tarihimizin Anlatılamayan Hikâyelerindendir…
Kısacası o, bir
devrin aynasıdır…
***
Bir sohbet esnasında Mustafa Kemal’in “Sıfır neye denir?”
sualine, müthiş bir espri ile “Sizin yanınızda bana denir, efendim” diyen Hasan
Ali Yücel’in yolu önemli makamlardan geçer…
1938’le 1946 arasında Milli Eğitim Bakanlığı yapar…
Milletin köşesine çektiği Yücel, 1950'den 1960’a kadar hayat
sahnesinde gazeteci-yazar olarak arzı endam eder…
Yücel 1956’dan 60 kadar İş Bankası Kültür Yayınları’nı idare
eder…
1960’lar da bütün
aydınlar gibi o da iktidara yüklenir…
Darbenin kokusunu
alır ve 27 Mayıs darbesine selam durur, avuçları patlatırcasına darbecileri
alkışlar; ama 26 Şubat 1961 tarihinde, İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi raciun…
***
Cevriye Hanım, dindar bir Osmanlı hanımefendisidir…
İsmet İnönü’nün annesi olası dolaysıyla Ömrünün son yıllarını
Çankaya’da geçirir…
Hasan Ali Yücel, davudi bir sese sahip, dinleyenleri mest
eden hoş sesi ile Kur’an, mevlid ve ilahiler okumaktadır...
Bir gün Cevriye Hanım, Çankaya yalnızlığının da verdiği bir
sıkıntı ile İsmet’e, “Evladım, şu Hasan
Ali’yi Çankaya’ya alsan da, ara sıra bana Kur’an okusa...” der…
İnönü yaşlı annesini
kırmak istemez…
Hasan Ali’yi çağırtıp
karşısına alır…
“Seni Çankaya’ya
alacağım; fakat bir şartla, dinini dışarıda bırakacaksın…
Bundan böyle de din
lafı etmeyeceksin...”
Hasan Ali bu teklifi nasıl karşıladığını bilmiyoruz…
Bildiğimiz şey, onun Çankaya’ya çıktığıdır…
Bu özelliklerinden dolayı kitabın yazarı Hasan Ali’yi,
“Nasıl olur, bir insan kendi kendisini nasıl gömer? Gömmüş işte...
Açıklayalım: Hasan Ali Yücel, daha çok Köy Enstitülerini
kuran, orada komünistlerin üslenmelerine göz yumup koruyan, dünya klasiklerini
tercüme ettiren, milliyetçi ve Müslümanlarca menfi, solcularca müspet bir adam
olarak kamusal vicdana mal olmuş, fakat bir de bizzat Yücel’in yıllar yılı
Promete(Yunan mitolojisinde ölümlü bir yarı tanrı ve yarı insandır) gibi
zincirlediği bir Hasan Ali vardır, iç Hasan Ali...
Pısırık ve
korkaklığıyla Promete’den ayrılan bir Hasan Ali…
Zincirlerini kırmayı,
çivilendiği karanlıklardan kurtulmayı hiç denememiş, yıllar yılı sükûtun
nabzını tutmuş Hasan Ali, bir de şiir kitabı yazmış “Allah Bir” diye…
Eserinin aydınlık
yüzü görmesi için kendisinin ölmesini beklemiş…
Ve “Ben öldükten sonra bu eserim neşredilsin” diye vasiyet bırakmış…
Oğlu Can Yücel, babasının ölümünden sonra bir sefer basmış
kitabı; fakat yıllar yılı suskun yaşamış bir ölünün kitabıyla konuşması hoşuna
gitmemiş olacak ki, ikinci baskıyı yaptırtmamış…
Hasan Ali, Müslüman bir cemiyette yaşasaydı, ikbal hırsı onu
bu kadar düşürmeyebilirdi…
Heyhat ki, o devrin ikbali Çankaya’da parlamaktadır, Hacı
Bayram’da değil…
Yücel inancıyla Hacı
Bayram’a çıkmaya mütemayildir, fakat hırsları onu Çankaya’ya sürükler…
Karşı koyamaz...
İhtirasının, menfaatinin, gizlenmiş isteklerinin esiridir…
***
Yücel aynayı sonunda kendisine tutar ve bütün çıplaklığıyla
kendisini görür aynada…
Gördükleri karşısında kurtarmak ve hür olmak istediği
belirir kendisinde…
Ne var ki kurtulmak, zincirleri parçalamak kolay değildir...
1952’de kaleme aldığı “Allah Bir” şiir kitabı 1948’de
bitirmiştir...
İşte ameline, gündelik hayatına uzanamayan kendisi
«kurtuldum» dese de gerçekte kurtulamadığı esaretini kendi içinde yıkmaya
çalıştığı hazin bir gerçektir…
Yücel, tarifi güç bir korkunun kıskıvrak yakaladığı adamdır…
Bunun o da farkındadır…
Yücel’in bocalamaları, kendi kendisiyle boğuşması
süreklidir…
Hemen her zaman başı,
kendisinin tabiri ile «mistik» tarafı ile derttedir...
Cılız da olsa, vicdanının sesinden rahatsız ve
muzdariptir...
Bu ızdırap içinde «Allah Bir»i kaleme alır, fakat
neşredemez, bir nevi ruhî istimnadır bu ve Yücel onunla ızdıraplarını
hafifletmeye çalışır…
İnsanları iki şey susturur, iki şey aşağılık bir hale
düşürür: Korku ve makam-mevki hırsı...
Hasan Ali’de ikisi de var…
Ne korkularını yenebilir, ne de makam-mevki hırsından
yakasını kurtarmak elinden gelir…
Her makul düşüncesi, her derinden pişmanlığı bu iki duygunun
kalın hisarlarına çarparak parçalanırlar…
***
Hasan Ali Yücel’in ALLAH BİR şiir kitabından “Allah Bir”
şiiri:
“Kul huvallahü ahad” Söyle,
Allah birdir...
Söyleyen: Allah Tanrım,
sana söylerim ki, birsin…
Kimdir, birsin diyen, bilirsin…
İmana adın yeter tanıktır,
Kalbiyle inanmayan sanıktır…
Kalmıştır akıl bu yolda ürkek,
İspatını isteyendedir şek…
Olmuş güneşin güneş delili,
İspatımı istemez
bedihi...
Bir silsile kurmadır tefekkür,
Üst üste vurulma kör düğümdür...
Gerçekse durur, tebeddül etmez;
Hak, sabittir; teselsül etmez…
Bir noktaya varmadan düşünce
Devretmededir sebep-netice...
Kudret tükenir bu taşlı yolda
Takat kalmaz bacakta, kolda…
Gezdim o zeminde ben de pek çok,
Baktım, bu gezişte bir durak yok…
Az uz gittim, fakat dönünce,
Nerdeysem o yerdeyim ben önce…
Bir daire çizmişim habersiz,
Beyhude dolaşmışım demek ben,
Merkez kaçmış gönül gözümden...
Yıllar geçmiş akılla
yoldaş,
Oldum sanarak zekâya
sırdaş…
Aslında akıl nedir,
zekâ ne?
Aldanmak için birer bahane...
Şaşmış kalmış zekâ bu işte,
Yoktan vara atlayıp geçişte…
Zaten derdim başımdan aşkın…
Bir eski kitap elimde, solmuş;
Kopmuş başı, son, okunmaz olmuş...
Beynim boşa işlemiş bu işte,
Boşlukta dolaşmadır bu, işte...
Bezmiş aklım bıkıp seferden,
Taşlık yoldan, çakıllı yerden…
Bir sahile varmış, uçsuz umman;
Korkup dönmüş fakat kenardan...
Aklım kalmış şuurda saklı,
Gönlüm coşmuş, bırakmış aklı...
Hiç korkusuz atlamış ve dalmış,
İnmiş, denizin dibinde kalmış…
Bakmış yekpare bir karanlık,
Baştanbaşa bir siyah dumanlık…
Görmüş ki, Âdem diyarıdır bu;
Yokluk yeri, Hak civarıdır bu…
Açmış birden fakat o sisler,
Aydınlanmış bir anda her yer…
Yıllarca emek çekip de yersiz,
İcadı onun bilim değil mi?
En baş eseri ilim değil mi?
Bilgin bize hangi sırrı açmış?
Nispetleri söylemiş ve kaçmış!
Başlangıçtan haber veren yok,
Son merhale nerde, gösteren yok.
Ben neyleyim ortalarda şaşkın,
Umman dolmuş ışıkla, taşmış;
Gönlüm hayran, bu hâle şaşmış.
Gelmiş bana bir derin ferahlık,
Şimşek çakmış içimde artık.
Vicdanım için bu bir buluştur,
Hak, gönlüme bir ışık koymuştur…
Ben işte o anda başkalaştım,
Bir menzile bilmeden ulaştım…
İzah edemem o bulduğum ne?
Gönlümle sezip tutulduğum ne?
Buldum diyorum, fakat ne buldum?
Bir şey ki o, görmeden tutuldum…
Tanrım, seni kaybedip mekânda,
Sezdim sonu olmayan zamanda…
Sen, vasıtasız inandıransın;
Yer gösteremem, içimde cansın…
Kalsaydım akılda ben de mihman,
Kalbim bilemezdi nerde iman?
Tanrım, arayan gönül, izinde;
Ölmüşken olur özünle zinde...
Yok, evvelin, ahirin bir ansın;
Vicdana bu anı sığdıransın...
Varsın, yaradan var oldu senden;
Yokluk bile varlığında varken…
Sonsuzluğa can veren sen oldun,
Boşken bu gönül özünle doldun...
Beyhude bütün geçip gidişler,
Müstakbeli hale benzetişler…
Mazilere göçtü sende kesret,
Doğmuş demedir özümde vahdet...
Vahdet, o da belki bir hayaldir;
Ancak seni şerheden misaldir…
Kesret, niye vahdet üstü düştü?
Bir merkeze bin cihan üşüştü?
Çokluk, yokluk; nedir ya varlık?
Gel, sen çık işin içinden artık...
Kim çözmeye muktedir bu fikri?
Meçhul... Ne doğrudur, ne eğri...
Yanlışsa “bu bir hata” diyen kim?
Haklıysa eğer, “belli” diyen kim?
Yok, böyle hakem bu yerde bir tek,
Mutlak, verecek zekâya örnek…
Mutlak, kanun dışında bir sır;
Takyidi çözümleyen o sırdır…
Güçlük başlar bu zorlu yerden;
Tefriki müessirin eserden,
Ancak kolayından anlamaktır;
Ecza ile küllü yoklamaktır...
Bilseydi akıl bütünde Hakkı,
Kavrardı bir anda Garbı, Şarkı…
İdrake aciz, bu noktadandır,
Uğraşması akıl için ziyandır...
Herkes seni başka başka anlar,
Bir gün inanır inanmayanlar...
Bin renk doğar güneş doğunca,
Kalmaz biri ufku kan boğunca...
Gün, imandır; küfür, karanlık,
Her devresi Hak için bir anlık...
Dolmazsa ışık fezaya böyle,
Her şey durur aslı neyse öyle…
Bazen tek renk olur cihanlar,
Bundan, gözü görmeyen ne anlar?
Gezmek kabuk üstü, boş değil mi?
İman uyandırandır ilmi...
Pek çokları şekte durdu kaldı,
İdrake muhali ayna sandı...
İrkildi fakat senin önünde,
Yol bulmak için akıl yönünde...
Çırpındı da yok deyip direndi,
İdrakini put yapıp beğendi…
Hiçten düzülüp yapılma bir put,
Hiçlikler için tapılma bir put...
Allahsıza hiçlik oldu Allah,
Varlıktan edince gönlü ikrah...
İmansızlık bir ayrı iman,
İnkâr ile sarsılır mı Rahman?
Zaten, yoksan nedir bu inkâr?
İnkâr edenin içinde ikrar...
Senden çıkarak düşünmek olmaz,
Şüpheyle bu kâinat dolmaz...
Senden konuşan seninle bildik,
İmana gelir bu yolda müşrik...
Sen, kendini sende bulduransın,
Nurunla cihan dolduransın!
Yoktur ebedî küfür cihanda,
Varsın, birsin bütün zamanda…
Bir parçalanırsa parçalar bir,
Her parçası birliğinle eştir...
Tekten çıkacak ne varsa hep tek,
Her binde birin hesabı gerçek…
Birken, şaşı, şaşmadan görür çift;
Zihnindeki gölgeler yürür çift...
Vahdet, fıtrî bir anlayıştır;
Esmayı teker teker sayıştır:
Kayyum u Kadir, Hayy ü Cebbar,
Hadi vu Mudil, Rahim ü Kahhar...
Saymakla tükenmez adların var,
Her ismin açar zekâya esrar...
Bir fâni olur biriyle âli,
Rahmet gibidir, iner meali…
Bir ismin eder dehayı mecnun,
Rehber görünen zekâyı melun…
Cennette melek edince isyan,
Kahrınla olur sonunda şeytan…
Şeytan, bir ateş, yakar da yanmaz;
İğfaline her akıl dayanmaz...
Şer, şeytandan icazet almış;
Şeytan, şerden vekâlet almış...
Hayır, ehli veli olur yolunda,
İnsan yücelir, bu duygusunda…
İnsan, ancak senin vekilin;
Esmayı vasıflanan delilin…
Zatındaki her sıfat, isimdir;
Esmadaki mazharın bizimdir…
Her şeyle senin, bu varlık ey Rab…
Sensin bize en feyizli matlub…
Dünyaya gelirken eldedir bu,
Geç kalması yok, ezeldedir bu…
İslâmî buluş, doğuşla başlar;
İzhara vesiledir savaşlar...
Din birdir asılda, çünkü Hak bir;
Durmaz değişirse din değildir...
Lâkin gerekir zamana uygun,
Her devreye, her mekâna uygun…
Bir ayrı nizam; odur şeriat…
Bilmez, aramaz yalın hakikat...
Ahkâmı kuran odur beşerde,
Miyarı koyan o, hayr ü şerde...
Nehiy ile emirledir devamı,
Maksat, yola sokmaktır avamı...
Dindir fakat itikat Hakka;
Hiç bir şeye benzemez, o başka…
Ancak sana erme ittikaadır;
Yol, vasıtadır; hedef, bekadır...
Öyleyse nedir bu türlü dava,
Hak bende deyip de böyle hâlâ?
Hak birdir, o kimde varsa haktır;
Çoktur deme yanlış anlamaktır…
Hilkat de bu sırrı eyler ifşa,
Mahlûk ile halk, aynı mana…
Sen olmayarak var olmaz âlem,
İnkârın için mi geldi Âdem?
Âdem gibidir akıl da bunda;
Asidir, aman diler sonunda…
Anlar ki, özündedir hakikat;
Bir gün şunu söyletir hakikat:
“Sensiz düşünüşte sen sebepsin”,
“Hiçsin, diyenin içinde hepsin”...
Bir başkası başka türlü söyler,
“Varsın” demeyip de sanki neyler?
Oldukça aciz beşerde böyle,
Kıvranmadadır zekâsı öyle...
Her acze deva, senin iraden;
Yardım gelemez ki başka yerden…
Her kudretin aslı sende saklı,
Haktan ne çıkarsa hepsi haklı...
Senden geliyor ne varsa mevcut,
Âbitteki kudretinse mabut...
Musa’dan hekimsin, ilâhi!
İsa’da kelimsin, ilâhi!
Davut’ta seslenir kıyamet,
Bir zirve kemaline Muhammed...
Mahlûkunu hâlik eyleyensin,
Esrarını onda söyleyensin...
Vahyin dile geldi onda, coştu;
Tekrar için asumana koştu…
İnsanlığa bir ışık getirdi,
Beytullah’a hak ziyası girdi…
Bir hamlede düştü Lât u Uzzâ,
Maksat kırmaktı şirki mahzâ...
Emrinle gaza edip Resulün,
Tevhidine verdi başka bir ün…
Her bir sözü bin lisan kelâmı,
Birdir fakat en büyük meramı...
Ancak bu meram, birliğindir;
Birlikle gelen cihana, “din”dir…
Tevhidi özünde toplayan kim;
Toplanmışı anlatıp yayan kim?
Kur’an, o kitaba ad verildi;
Her yaprağına kanat verildi...
“İkra” sözü ilk emirdir onda,
Din bitti denildi en sonunda...
Ümmîyi okutmak hikmetindir,
Emsal edişin mürüvvetindir…
Hatm oldu demek nebide tevhit,
Ettin bu ilimle cehli teyit...
Son elçine son sözün bu, Rabbim,
Varsın, birsin; özün bu, Rabbim…
Tefsiri bu yoldadır, kitabın:
Senden sanadır bütün hitabın...
Manası, meali “mâarefnâk”
Medlûlü “Lemâ halaktül eflâk”
Baştanbaşa sarf u nahvi başka,
İspatı düğümlü, mahvi başka…
Güçlük yoktur Arapçasında,
İdraki lâfızlar arkasında…
Tevhidin olunca bunda maksat,
Ayet dolu muhteşem tabiat…
Kur’an da bir ayetindir, ey Rab!
Tevhide delâletindir, ey Rab!
Halkettin o yönde kâinatı,
İdrak ile parlatıp hayatı...
Lâkin nedir aslı hilkatin? Sır...
Olmuş akıl aynasında bir sır...
Aksinde göründü kendi nuru,
Var olduğunun budur şuuru...
Gök kubbeyi süslemiştir ecrâm,
Dağlar göğe yükselen bir ehram.
Dolmuş bu fezaya Kehkeşanlar,
Bir boşluk içindedir cihanlar...
Hayretle bakar zekâ bu hâle,
İmkân vermek diler muhale...
Durmaz, arar, inceler, yorulmaz;
Lâkin onu halle çare bulmaz...
Başlar işe önce kendisinden...
Bir çifte düğüm bu ruh ile ten…
Ten ruha kafes, hapis bu varlık;
Ruh tensiz olunca nerde darlık?
Can bülbülü gül arar bağında,
Ancak vuslat ecel çağında…
Sırlar çözülür o anda birden,
Bir başka cihanda canlanır “ben”...
Göçmekle göçen yok olmaz elbet...
Dünya son olunca başlar ahret…
Mûtû’yu duyup ölen erenler,
Yoklukta hayatı var görenler...
Derler sana “Ey İlâh,
bilirsin”...
“Birsin” diyerek cevap verirsin…
Mansur’a deyince sen “Enelhak”,
Mansur’un der “Enelhak” ancak…
Kulluk silinir bütün özünden,
Kalkar ikilik gönül gözünden...
Vahdet hale olur şehâdetinle,
İman bir olur hakikatinle...
Berdâr olur ammâ Hak’tadır o,
Bir ruh olarak ayaktadır o!
“Ben Hak değilim” deseydi bir an,
Batılda kalırdı, şirke kurban...
“Ben, sen oldum”, “yokum” demektir;
Varken yok oluş ne hoş dilektir…
Hali uğruna can veren mi suçlu?
Hükmiyle cürüm gören mi suçlu?
İmanı ölüm kadar metinse,
Kâfir olamaz o türlü kimse...
Küfrün başı “şirk” oldu bizde,
Tevhit, küfür mü dinimizde?
Kul, Hak’ta yok ölmesiyle hürdür;
Hürriyete uymamak küfürdür...
Tek hür varlık, senindir ancak;
Hürriyettir kemale varmak…
Hür mutlaktır, bağımsız, adsız;
Eflâki aşar, uçar kanatsız...
Miraç, bu türlü bir uçuştur;
Ruh oldu uçan, ne mutlu kuştur…
Uçsuz bu feza, duran yok onda;
Bir küll bu, yakın uzak yok onda.
Serbestçe Nebi uçup yol aldı...
Cibril fakat yoruldu, kaldı…
Tevhidine erdi Fahr-i âlem,
Üstün çıktı melekten âdem...
Sen, böyle irade eylemiştin;
Mahbubuna öyle söylemiştin…
Her istediğin olur muhakkak,
Hürriyetin oldu çünkü mutlak...
Bir nebzesi var onun beşerde,
Yok, olsa sorum ne hayr ü şerde?
Baskıyla, cebirle olmaz, iman,
İkraha yasak deyince Kur’an,
Hürriyetsiz ibadet olmaz,
Hürriyetsiz diyanet olmaz…
Allah’ına bağlanınca kullar,
Birden açılır önünde yollar...
Hürriyete yaklaşır içinden,
Tevhide varır bu yolda dinden...
İmana yakışmıyor esaret,
Hür olmadadır bütün selâmet…
İslâmiyet bu kurtuluştur,
Hürriyeti dinde bir buluştur...
Feyz aldım onun hakikatinden,
Kurtuldum esirlik afetinden...
Kurtuldum, evet, kesildi bağlar;
Daldım denize kopunca ağlar...
Kalbimde sükûn, huzura vardım;
Zulmet bitiverdi, nura vardım…
Erdim tevhide ben gönülden,
Hamdolsun, hür bir insanım ben...
İkbalimmiş gözümde perde,
Bir başka hava esince serde,
Düştüm de uyandım uykulardan,
Sıyrıldım o sahte kaygılardan...
Oldum yücelikten öyle azat,
Etmem o zamanı şimdi ben yâd…
Hiç kalmadı yükselişte meylim,
Alçakta duran her işte meylim…
Bıktım kula kulluk eylemekten,
Her hırsı çıkarmışım yürekten...
Bağsız kişiyim, bağımsız oldum;
Hürriyeti ben bu yolda buldum...
Bir ayrı siyaset ettim icat;
Hiç istemeyip de kuldan imdat…
Takdirimi sade Hakka verdim,
Gördüm ki bununla bitti derdim...
Çıktım o gavâilin içinden,
Geçtim de zamane süzgecinden...
Madun, mafevk silindi, gitti;
Bir tasfiye devridir ki bitti…
Gamsızlardan uzak makamım,
Hak yolcusu olmadır meramım...
Alâyişe bağlarım çözüldü,
Bir damlada bir ömür süzüldü...
Tufan oldu, arındı ruhum;
Hakkım, dersem, ikinci Nuh’um...
Dağ başlarını tutunca mesken,
Alçaktakiler çekildi benden...
Yalnızlığın ayrı bir ibadet,
Tekken doğuyor içimde vahdet…
Hak’tan yana döndü ihtiyarım,
Kullar bilsin ki, bahtiyarım.
Tanrım, emelim, yolunda olmak;
Tevhidini vahdetinde bulmak…
Bezdim bu cehil karanlığından,
Kurtar beni gafletin ağından...
Yar sinemi lütfünün eliyle,
Doldur onu aşkının seliyle...
Yaksın beni, her şeyim yok olsun,
Ancak sana kulluğum çok olsun...
İsterse dayanmasın bu kalbim;
Yık, kâbene benzemezse Rabbim...
Sen olmalısın içinde sen, sen!
Tür olmaz mı tecelli etsen?
Bir tek dileğim sen oldun artık,
Maşuk olayım diyor bu âşık…
İspat aramam, içimde varsın;
Şüphen neyedir, niçin sorarsın?
Varsın, boştur vücuda burhan;
Varlık sensin, bu işte iman...
Münkir’le Nenkir yorulmasınlar;
Onlar beni yerde bulmasınlar,
Ben sendeyim ey büyük İlâhım!
Tevhidindir dilimde ahım!
Mümindir «İlâhene» diyenler,
Tevhidi «İlâheküm» de söyler...
Senden gelsin sözüm seninle,
Söylet de ne söyledimse dinle...
Ancak sensin dilimde zikrim,
Zikrimle bir oldu şimdi fikrim…
Her bir söz senden ayet olsun,
Başlangıca bir nihayet olsun…
Dolsun isminle asumanlar,
Allah desin bütün cihanlar…
Ruhlar duysun lisana gelsin,
Yerler, gökler beyana gelsin...
Ayin olsun sema içinde,
Vuslat doğsun veda içinde...
Gelsin dile, söylesin susanlar;
Nüksetsin uçup giden zamanlar…
Bülbüllere benzesin hamuşân,
Dem çeksin o yerde canla canan...
Dinsin artık o hay u hular,
Geçsin yere hep o güftügûlar…
Hicrana tahammülüm tükendi;
Aşkın seli taştı, yıktı bendi…
Arşında susup bütün dualar,
Bitsin artık bütün ricalar...
Rabbim, beni dinle, pek harabım;
Ersin sona ayrılık azabım...
Bir ruh olayım visale müştak,
Nurunla yanıp tutuşsun afak...
Kalbim dolsun hararetinle,
Mesut olayım saadetinle...
Yüksünmem yok felâketinden,
Her türlü belâ vü afetinden...
Senden gelsin cefa da gelse,
Hatta gelsin derim ecelse...
Mizan olamaz muhasebende,
Varlık sıfır oldu şimdi bende…
Ben böyle görünce hadisatı,
Sildim gözden bu kâinatı…
Birdir nazarımda her olan şey,
Boştur bu cihanda her dolan şey...
Tek mesele, senden ayrı kalmak;
Sensizliğe küfür içinde dalmak…
Sevginle yakıp dururken öyle,
Kahrınla cehîme atma böyle...
Noksana deva kemalin olsun,
Cennet kul için cemalin olsun...
Tanrım, ne çıkar bu sözlerimden?
Bilmem ne akar bu gözlerimden?
Durmaz kalemim, uzar kelâmım;
Yalnız sensin benim meramım...
Yanlışsa sözüm, dilim tutulsun;
Çarpıksa yazım, elim tutulsun...
Farkında mıyım, nedir beyanım;
Bir kuşdili söylüyor lisanım...
Bir eski kalıpta döktüğüm sır,
Mazileri etmişim muasır...
Bir başka zemindeyim zamansız;
Volkan gibiyim, fakat dumansız…
Sarhoşluğumun içinde lâkin,
Kaybetmediğim vücut, sensin...
Tek felsefe, hikmet-i Hüdâdır,
İlmim, bu cehalete fedadır...
Bildiklerim, ansızın silinsin;
İdrakime bir karanlık insin;
İsmin kalsın yeter, gönülde;
Bir öz ki, yakar, yanıp bu külde...
Zikrinle senin coşar bu kalbim,
Bin kere ölür, yaşar bu kalbim…
Bir dağ başıdır bulunduğum yer,
Rüzgârları “Külle yevmi” söyler...
Meçhul batar doğunca malum,
Mevcut olur en sonunda madun...
Her an yenidir elinde hilkat,
Tekvin ile canlanır tabiat...
Doğdum yeniden şu anda ben de,
Ummanını buldu damla sende...
Her türlü üzüntü, kaygı söndü;
Gönlüm, ölmez hayata döndü...
Beyhude didişmeler silindi,
Vicdanıma bir sükûnet indi…
Geçtim bu duyuşla her hevesten,
Ruh oldu tenim bu tek nefesten…
Nimetlerden feragat ettim,
Külfetlerden nedamet ettim…
Yüz vermiyorum her iltifata,
Lakayd olarak bakıp hayata...
Hiç kimseye yok gönülde kinim,
Sevginle hayat kadar metinim...
Bir zelzele geçti menzilimden,
Tevhidindir çıkan dilimden...
Sil kendimi kendimin
gözünden...
Düştüm yere ben, kapında bir kul,
Bîkes, biçare, hasta, yoksul…
Yalnız seni Hak bilip güvendim,
Sensin dü cihanda tek efendim.
Taptım sana, başka Tanrı bilmem;
Fâniler önünde ben eğilmem...
Düştüm beni titreten bu vecde;
Gönlüm; sana eylemekte secde...
Sensin ancak halâskârım,
Yoklukta bu kurtuluşla varım...
Zevk oldu o çektiğim ezalar,
Takdirini bozmadı kazalar...
“Zulmeylediler” demem ben artık,
Mazlum oluşum ne bahtiyarlık!
Senden korkmam, rahimsin sen;
Adilsin sen, hâkimsin sen...
Korkum, beşer adlı korkusuzdan;
Vicdanı sağır, o duygusuzdan…
Toprak doludur yüreklerinde,
Yoksun çoğunun dileklerinde…
Ondan sana ilticadayım ben,
Kurtarman için ricadayım ben…
Tanrım, beni senden ayrı kılma;
Sensizlik içinde gayrı kılma…
Kaçmak diliyor özüm, özünden;
15 Mart 1948
Hasan Ali Yücel
***
Hasan Ali’yi birlikte dinledik, doğru söylüyor: ALLAH BİR...
Ne var ki, bu bedbaht
adam susmaya mahkûm…
Suçu, yaşarken susmuş
olmak...
Bu suç onu ölümünden sonra da susmaya mahkûm etmiş…
***
Kısaca, Hasan Ali Yücel için “kripto Müslüman” diyebilir
miyiz?
Bence diyemeyiz!
Çünkü kılıcının her iki tarafı keskin olduğu zaman
Müslümanlık ve Müslümanlar lehinde hiçbir icraat yapmayan, aksine aleyhlerinde
icraat yapan kişi, elden ayaktan düştükten sonra pişman olsa ne olur, olmasa ne
olur!
Kriptoluğa en güzel örnek, Sabetayist Yahudilerdir…
Hasan Ali Yücel için söyleyebileceğimiz tek gerçek,
“günümüzde de sıkça gördüğümüz, Müslüman olduğunu iddia eden; ama
emperyalistlere hizmet eden karakterler sınıfındandır” diyebiliriz…
***
Her şeyin en doğrusunu Allah bilir…