31 Temmuz, 2021

EYFEL’DE KARNAVAL

KİTAP İNCELEMESİ

***

KİTAP ADI: EYFEL’DE KARNAVAL

KİTAP YAZARI: M.AKİF AK

***

Otağ yayınevi 1976’lı yıllarda  “milli hikâyeler demeti” adı altında hikâye kitapları yayınlamıştır…

Bu kitap milli hikâyeler demeti serisinin 8.sı dır…

Amaç, toplumun bağrından çıkan milli sanat kapsamındaki hikâyelerin genç nesillere sevdirilmesi ve ulaştırılmasıdır…

Milli sanat nedir?

Bir toplumun kültürünün belirmesi ve gerçekleşmesidir…

Nazım Hikmet’in şiiri Türkçe yazılmış ve okuyucu bulmuş diye milli olamaz!

Donkişot romanı Türkçeye çevrildi diye milli olamaz…

Dolaysıyla gelecek nesiller iki farklı kültürle karşı karşıyadırlar…

Birincisi, tarihi ve yerli(milli) kültür…

Diğeri, gayrı milli hâkimi azınlığın taşıdığı batı kültürü…

Kısaca sanatçılar ve sanatseverler, milli sanat anlayışına dönmelidir…

Yoksa sanat, azınlık kültürü halinde kalacaktır…

***

Üç hikâyeden oluşan kitaptan kısa özetler:

 1-AZRAİLİ BEKLERKEN

Selami Bey bilinmeyen bir hastalığa yakalanır…

Herkes ona “öleceksin” gözüyle bakmaktadır…

Parası ödenmediği için sular idaresi sularını keser…

Gerekli ödemeyi yapıp, kesilen sularının açılması için sular idaresine gider…

Tanıdık herkes ödeme yapmak için sıraya girmiştir…

Herkes ona “öleceksin” gözüyle baktığı için onu en öne geçirirler…

Bu durum onu çok etkilediğinden yolu üzerinde bulunan mezarlığa uğrar ve orada bir cenaze merasimi izler…

Mezar üzerindeki toprakta bir solucanın hareket ettiğini görür…

Ve aklından “Ölüm aynı zamanda doğum demektir” fikri geçer…

Evine döner, eşi ve çocuklarıyla neşeli bir gece geçirir…

“Ölüm dünya değiştirmektir” sözünü özümlemesi onu mutlu etmektedir…

2-TUTSAK UMUTLAR

İşler ve güçler nedeniyle Aynur ile Vedat çocuk yapmamak için doğum kontrol hapı kullanırlar…

Bu yüzden olsa gerek sakat çocukları doğmuştu…

Ender adını koydukları oğulları iki yıl yaşayabilmişti…

Yıllar ilerledikçe çocuklarının olmaması ve çocuksuzluk Aynur hanımın psikolojisini bozar…

Ve Vedat’tan nefret etmeye başlar…

3-EYFEL’DE KARNAVAL

Eyfel batılılaşmanın kutsal mabedi, Galata Kulesi’de onun bizdeki temsilcisi…

Hikâyenin kahramanı, Süleymaniye Mahallesindeki evlerinde anası ve kız kardeşiyle oturmaktadır…

Fakat hayatı genellikle meyhane ve otel odalarında geçmektedir…

Onun için karanlık vardır yarasalar gibi…

Sarhoş olduğu bir gece vakti, eve veya otele gitme konusunda kararsız kalmıştır…

Galata semtinde bulunan oteli karanlığı, Süleymaniye’de bulunan evi ışığı temsil etmektedir…

Kendi kendisiyle hesaplaşmaları sonucunda, eve anasının yanına dönmeye karar verir…

Eve dönmesine anası çok sevinir…

Uzun bir uykudan sonra kendisine gelir…

Eve dönerken sokakta bulduğu ve eve taşıdığı yaralının evde olmadığını fark eder…

Ama sarhoş ve yaralı adamın elbiseleri ipte asılıdır…

Elbiselerin cebinde kâğıda yazılı bir telefon numarası bulur…

O elbiseleri giyinip adamı bulmak üzere caddeye çıkar…

Gecenin o vaktinde açık bulduğu meyhaneden telefon eder…

Telefon ettiği yerden ona otelin adresini verirler…

Galata semtindeki otele gidince onu tanırlar…

Doğruca son kattaki odasına çıkar…

Odasının kapısı açıktır…

İçeri girdiğinde kendi hayaletiyle karşılaşır…

Gerçekle yüzleşince hayaleti dipsiz karanlığa gömülür…

Perdeyi açar ve şafağın mor ışığı içeri dolar…

Süleymaniye’nin anasının ve evinin ışığı…

Hikâye; iyiye, doğruya ve güzele yönelişi anlatmaktadır…

Kişi kötü alışkanlıklarını terk etmesi için kendi kendisi ile hesaplaşmalıdır…

Bu günah çıkartmak şeklinde olmamalıdır…

Ezel ve ebet olanın huzurunda tövbe şeklinde olmalıdır…


29 Temmuz, 2021

SEBİLHANE BARDAKLARI


 

KİTAP İNCELEMESİ

***

KİTAP ADI: SEBİLHANE BARDAKLARI

KİTAP YAZARI: M.ALİ TAŞÇI

***

Mehmet Ali Taşçı, 1952’de Emirdağ / Afyon’ da doğdu,10 Haziran 1985’de İstanbul’da öldü…

M. Ali Taşçı, Türk edebiyatına elliye yakın hikâye kazandırmıştı.

Kendisine has bir anlatımı, yine özel bir konu seçimi ve detay anlayışı vardı.

Kullandığı dil, zengin Anadolu Türkçesi idi…

Hikayelerinin ana karakteristiği “içimizden biri” ifadesidir…

***

Otağ yayınevi 1976’lı yıllarda  “milli hikâyeler demeti” adı altında hikâye kitapları yayınlamıştır…

Bu kitap milli hikâyeler demeti serisinin 6.sı dır…

Amaç, toplumun bağrından çıkan milli sanat kapsamındaki hikâyelerin genç nesillere sevdirilmesi ve ulaştırılmasıdır…

Milli sanat nedir?

Bir toplumun kültürünün belirmesi ve gerçekleşmesidir…

Nazım Hikmet’in şiiri Türkçe yazılmış ve okuyucu bulmuş diye milli olamaz!

Donkişot romanı Türkçeye çevrildi diye milli olamaz…

Dolaysıyla gelecek nesiller iki farklı kültürle karşı karşıyadırlar…

Birincisi, tarihi ve yerli(milli) kültür…

Diğeri, gayrı milli hâkimi azınlığın taşıdığı batı kültürü…

Kısaca sanatçılar ve sanatseverler, milli sanat anlayışına dönmelidir…

Yoksa sanat, azınlık kültürü halinde kalacaktır…

***

Dokuz hikâyeden oluşan “Sebilhane Bardakları” kitabındaki hikâyelerden kısa özetler:

1-Aynı köylü Süleyman ve Cemalettin hukuk fakültesine kayıt olurlar…

Cemalettin aşırı sol fraksiyonların içine girer ve onların tüm imkânlarından istifade eder…

Süleyman’ı da solcu yapabilmek için, onu da yanına alarak aynı odada kalırlar…

Süleyman, Cemalettin’in fikirlerinin çoğuna inanmasa da, olayların içine birlikte girer çıkarlar…

Bir gün Cemalettin’e öğretmen abisinden bir mektup gelir…

Tesadüf eseri mektubu Süleyman’da okur…

Süleyman okuduğu mektubun etkisiyle, eşyalarını toplayarak yurdu terk eder…

2-O aramızdaki 40 milyonda biriydi…

Babası delirmişti…

Baba ve oğul, Foraman-Muhammet Ali boks maçını sabaha karşı izlemek için kahvede TV karşısındaydılar…

Maçı Muhammet Ali kazanınca kahve ana-baba günü olmuştu…

Oğlu “Zafer Muhammet Ali’nin” demesi üzerine, deli olduğu iddia edilen baba Apartman Asım, “Zafer hakkın ve hakka inananlarındır” diye bağırdı…

Ve oğluyla birlikte gün doğmadan namaz kılmak ve dua etmek için camiye gittiler…

3-İnsanoğlunun üreme ve çoğalması için Allah’ın insanlara bahşettiği cinsel güdüler,bir dönem sinemayla nasıl hayvanlaştırıldığı bu hikayede anlatılmaktadır…

4-Hakkı Bey yaşının gereği oğlunun bakımına muhtaçtır…

Oğlu ve gelini eğlenceye gittiklerinde Hakkı Bey’i ötele bırakıyorlardı…

Hakkı Bey bu tür davranışlardan şikâyetçi olur…

Bunun üzerine ona, evde uyması gerektiği dokuz maddelik kural koyarlar…

Bu maddelere göre, ya bu maddeleri kabul edecek, ya da evi terk edecekti…

Hakkı Bey’in cesedi denizden çıkarılınca cebinden bu maddeler yazılı kâğıt çıkmıştı…

5-İçimizden birini dinlemek ve seyretmek için vapurda Ferit Bey ile tanışır…

Aslında Ferit Bey, ailesi tarafından gazetelere “kayıp aranıyor” ilanı verilen kişilerden biriydi…

Ferit Bey’de meydana gelen değişim, onu bulunduğu toplum ve ailesinin dışına itmişti…

6-Ayı oynatıcı Çingene, dediklerini yapması için ayıya sopayla vurdukça vuruyordu…

Belli bir süre sonra ayı, Çingene ve Çingene’nin karısına saldırdı…

Etraftaki çocuklar çil yavrusu gibi dağıldılar…

Gelen Polisler ateş ederek ayıyı öldürdüler…

Kısaca hikâyenin ana fikri; Esir insanda olsa, hayvanda olsa birdir…

7-Yazar Yeni Cami önünde sakız satan kamburu çıkmış (hörgüçlü)  bir ihtiyarla tanışır ve onunla hasbıhal eder…

Doksan beş yaşındaki adam ona askerliğini anlatır…

8-Tanıştığı iki ihtiyardan biri yazara, eşkıyalığı bırakıp nasıl efe olduğunu anlatır…

9-Testereci Süleyman’ın yolunu kesen üç kişi üzerinde neyi var, neyi yok hepsini alırlar…

Bu üç kişi mahkemece tespit edilir; ama mahkeme altı sene sürer…

69. duruşmada hâkim “olay nasıl oldu?” diye sorunca Testereci Süleyman düşer bayılır…

Ayılınca hâkimden duruşma ile ilgili son kararını vermesini ister…

***

Genç yaşta aramızdan ayrılan yazar Mehmet Ali Taşçı’ya Allah’tan rahmet dileriz…

22 Temmuz, 2021

GÜN AKŞAM OLDU


 

KİTAP İNCELEMESİ

***

KİTAP ADI: GÜN AKŞAM OLDU

KİTAP YAZARI: 6 YAZARIN KALEME ALDIĞI 8 HİKÂYE

***

Otağ yayınevi 1976’lı yıllarda  “milli hikâyeler demeti” adı altında hikâye kitapları yayınlamıştır…

Bu kitap milli hikâyeler demeti serisinin 5.si dir…

Amaç, toplumun bağrından çıkan milli sanat kapsamındaki hikâyelerin genç nesillere sevdirilmesi ve ulaştırılmasıdır…

Milli sanat nedir?

Bir toplumun kültürünün belirmesi ve gerçekleşmesidir…

Nazım Hikmet’in şiiri Türkçe yazılmış ve okuyucu bulmuş diye milli olamaz!

Donkişot romanı Türkçeye çevrildi diye milli olamaz…

Dolaysıyla gelecek nesiller iki farklı kültürle karşı karşıyadırlar…

Birincisi, tarihi ve yerli(milli) kültür…

Diğeri, gayrı milli hâkimi azınlığın taşıdığı batı kültürü…

Kısaca sanatçılar ve sanatseverler, milli sanat anlayışına dönmelidir…

Yoksa sanat, azınlık kültürü halinde kalacaktır…

***

“Gün akşam oldu” kitabındaki hikâyelerden kısa özetler:

1-Bu hikâyede, hapiste gün dolduran mahkûmların acılı hayatları hikâye edilmektedir…

Herkesi kendine bağlama becerisi olan mahkûm Yusuf, hücreye atılır…

Tüm mahkûmlar bu durumu protesto için gardiyanları bağlarlar…

Ve Yusuf’un hücresini açarlar…

Kendisine de “kaç” derler; ama o kaçmaz…

Çünkü kaçan suçlu, kişi haklı ise güçlüdür…

2-Kitap olmayan kıraathanede konuşulan mevzular derin ve anlamlıydı…

Konuşulan konu insan psikolojisi idi…

İnsan psikolojisinde “ben” iki ruhi temayülü bünyesinde barındırır…

a-Kaba bencillik…

b-İnsanilik…

Kaba bencillikten; narsis, sadist, seks manyağı türer…

Kısaca insanoğlu menfaatçiliğe yönelir…

İnsanilik için ise, insanın kendini yenileyecek bir nizama ihtiyacı vardır…

3-Beyrek savaştan döner…

Aradan uzun yıllar geçtiğinden obada olup biteni daha iyi anlamak için, obaya sazıyla, sözüyle ozan olarak girer…

Oba ağasının değişmiş, oğlunun büyüdüğünü görür…

Oğlunun anası babası öldüğü için, onu yeni oba ağası evlatlık olarak yetiştirmektedir…

Çolak Ozan’ın oğlunun adını da  “Beyrek” koymuşlardır…

Çolak Ozan’ın çalıp söylediklerinden, obadaki herkes onun Beyrek olduğunu anlar…

Oba ağası istemese de Çolak Ozan oğlu Beyrek’i alarak obadan ayrılır…

4-Hüseyin, hayat ve kâinat hakkında araştırma yaparken ölçünün Kur’an’i Kerim olduğunu Ali Osman’dan öğrenir…

İşte o andan sonra Hüseyin, kıblegah’a aşk ile yönelir…

5-Anadolu kapılarının Alpaslan tarafından Müslüman-Türk’e nasıl açıldığı bu hikâyede anlatılmaktadır…

Alpaslan akrabası Süleyman Şah’ı yanına çağırır ve ona, “Bu kapıyı ben açtım, sen içeri giresin… Bu memleketi diyarı İslam kılasın” der…

Ama Bizans, Süleyman Şah’ın karşısına kardeşi Melik Mansur’u çıkartır…

İki kardeş ordu karşı karşıya gelir…

İki ordu savaşmak istemez…

Bunun üzerine Süleyman şah, Melik Mansur’a düello çağrısı yapar…

Melik Mansur, ordular savaşmayınca buna mecbur kalır…

Ama komutan Porsuk, iki kardeşin düellosuna karşı çıkarak Mansur’la kendisinin vuruşmasını ister…

Süleyman Şah bu teklifi kabul eder…

Ve Porsuk Melik Mansur’u yener…

İki ordu birleşir…

Bu olaya Selçuklu Sultanı Melik Şah çok sevinir ve Süleyman Şah’ı Anadolu Hükümdarı ilan eder…

6-İçki bağımlısı arkadaşlar Ramazan gelince bir ay sonrası için sözleşirler…

Bu hikâyede hem Müslüman olup, hem de haram işleyen insanlar konu edilmektedir…

7-Ayhan, bayram sabahı babasının verdiği bayram harçlığıyla balonlar satın almıştı…

Balonlarıyla birlikte deniz kenarında yürürken, denizde bir adamla bir çocuğu midye çıkartırlarken görür…

Zayıf ve cılız çocuğun midye çıkartırken balonları seyretmesi Ayhan’ın dikkatini çeker…

Çocukla konuşmak için Ayhan denize girer;ama adam arkadaş olmalarına müsaade etmez…

Akşam olunca adam ve çocuk denizden çıkarlar…

Evlerine giderken Ayhan’da onları takip eder…

Teneke ile kaplı eve girdiklerini görür…

Bayramın üçüncü günü Ayhan o eve, bayram harçlığını ve balonlarını bırakmak üzere gider…

8-Sırrı, bacısının namusuna göz diken Gâvuroğlu’nu vurur ve hapse düşer…

15 sene sonra hürriyetine kavuşur…

Kendisine “Geçmiş olsun, gayrı mahkûm değilsin” diyenlere, “Hayatımda yeni bir dönem başlıyor, doğru; ama ahlaksız, inançsız, mazlumu ezenlerin sultası devam ettiği sürece mahkûmuz” der…

***

Bu kitaptaki hikâyeleri yazmada emeği geçen yazarlardan ölenlere rahmet, sağ olanlara da sağlıklı uzun ömürler diliyoruz…

 


11 Temmuz, 2021

TABUT


 

KİTAP İNCELEMESİ

***

KİTAP ADI: TABUT

KİTAP YAZARI: 8 YAZARIN KALEME ALDIĞI 11 HİKÂYE

***

Otağ yayınevi 1976’lı yıllarda  “milli hikâyeler demeti” adı altında hikâye kitapları yayınlamıştır…

Bu kitap milli hikâyeler demeti serisinin 4.su dür…

Amaç, toplumun bağrından çıkan milli sanat kapsamındaki hikâyelerin genç nesillere sevdirilmesi ve ulaştırılmasıdır…

Milli sanat nedir?

Bir toplumun kültürünün belirmesi ve gerçekleşmesidir…

Nazım Hikmet’in şiiri Türkçe yazılmış ve okuyucu bulmuş diye milli olamaz!

Donkişot romanı Türkçeye çevrildi diye milli olamaz…

Dolaysıyla gelecek nesiller iki farklı kültürle karşı karşıyadırlar…

Birincisi, tarihi ve yerli(milli) kültür…

Diğeri, gayrı milli hâkimi azınlığın taşıdığı batı kültürü…

Kısaca sanatçılar ve sanatseverler, milli sanat anlayışına dönmelidir…

Yoksa sanat, azınlık kültürü halinde kalacaktır…

***

Tabut kitabındaki hikâyelerden kısa özetler:

1- Musevi asıllı Mişon, taşıttığı yükün parasını Hamal Arap Mustafa’ya eksik vermeye çalışır…

Arap Mustafa ısrar eder ve emeğinin karşılığını eksiksiz söke söke alır…

Arap Mustafa yükleri getirdiği sırada Mişon’un ortağıyla konuştukları dikkatini çeker…

Durumu diğer hamal arkadaşlarına anlatır…

Hamal arkadaşları da Mişon’un kaçak mal sattığını söylerler…

Arap Mustafa Mişon’u karakola ihbar eder…

Gazete haberine göre Mişon, piyasayı 60 milyon dolandırarak kaçmıştır…

2-Düzenlenen ok yarışmasında bütün milletler azami dikkat gösterirken, bizdeki kibirli üç okçu yarışmaya geç iştirak ederler…

Yarışmayı yöneten Yıldırım baba onları yarışmadan ihraç eder…

Yanındakilere üç okçu bulmalarını emreder…

Getirilen üç okçudan biride 18 yaşında toy bir gençtir…

Rakipler getirilen bu toyu görünce birinciliği çantada keklik zannederler…

Ama İskender adındaki bu genç, birinci olur ve “tozkoparan” adıyla ünlenir…

3-1949 yılında bir villada doğan Yasemin, Hukuk Fakültesi 3. Sınıfındadır…

Yabancılaşmış kültürle yetişen Yasemin,23 yaşına geldiğinde ruhu için hiçbir depolama yapmadığını hisseder ve hayatla ilgili her şeyi irdelemeye başlar…

Ümitsizleşir ve yaşamanın kendisi için manasız olduğuna karar verir…

Hatıra defterine, anasına sitemler yaparak içini döker…

Hatıra defteri sahile vurmuş olarak bulunur…

Ya Yasemin?

4-Sedat, Şişli sosyetesinin gözbebeği fabrikatör Servet’in oğludur…

Sedat yedek subay öğretmen olarak Çemişkezek’e tayın olur…

Oradaki kadınların namus duygusu ile Şişli’deki sevgilisi ve kadınların namus anlayışı, onu sevgilisi Sibel’e mektup yazmaya zorlar…

Ve mektupta, artık bundan böyle sevgili falan olamayacaklarını yazar…

5-Kurtuluş Savaşı gazisi Mehmet Çavuş’a Bayram kutlamalarına katılma daveti gelir…

Bayram kutlamalarına katılmak için torununu da yanına alıp şehre iner…

Şehir stadında gördükleri onu şoke eder…

Ve “bizim yaşantımıza zıt” diyerekten, torununun kolunu tuttuğu gibi stadı terk eder…

6-Mahmut Avusturya’da çalışan babasını, “etrafını alevler sarmış, avucuna zorla ateşler dolduruluyor” şeklinde rüyasında görür…

Bir müddet sonra konsolosluktan, babasının öldüğü ve Yeşilköy havaalanından cesedinin alınması gerektiği mektubu gelir kendilerine…

Cesedi teşhis etmek için tabutu açarlar…

Mahmut ve amcaları, cesedin içinin boşaltıldığını, sol avucun içine küçük bir Avusturya bayrağı sıkıştırılıp göğsün üstüne getirildiğini ve vücudun tamamının Avusturya bayrağıyla sarılı olduğunu görürler…

7-Fakültede okuyan arkadaşlar yaz tatilinde sazlı sözlü muhabbet için bir araya gelirler…

Sohbet ilerledikçe Murat’ın sakin ve sessizliği dikkat çeker…

Bunun nedenini kendisine sorarlar…

O’da, “Kafkas’ta, Kırım’da, Türkistan’da zalimlerin kamçısı dindaşlarımızın, soydaşlarımızın sırtında şaklarken, nasıl gülüp eğlenirim.” der.

8-Fakir ve güzel kızlara evlenme teklif eden zengin çocukları, saf kızları kandırıp kirlettikten sonra ortadan kaybolurlar…

Geride bıraktıkları ise acı ve gözyaşıdır…

9-Köyün erkekleri Yunanla savaşmak için dağa çıkmıştı…

Köyde yaşlılar, kadınlar ve çocuklar kalmıştı…

Dağdakiler köye, 9 yaşındaki Hasan ile haber göndererek yardım isterler…

Haberi alan Emine bacı köyün tüm genç kızlarını toplar ve onlara yapacakları şeyleri anlatır…

Gece yarısı Yunan askerleri sarhoş ve sızmışlardır…

Bu durumdan istifade ile Hasan Cephaneliğin bacasından içeri girer ve ip yardımıyla sandıkları yukarı çıkartır ve aşağı indirirler…

Ve oradan dağdakilerin alacağı yere taşırlar…

10-Kozmopolit hayat içinde bocalayan Sibel, sevgilisi Sedat’a yazdığı mektupta şöyle der…

“Hayatta yalnız bir bağım kaldı…

Oda sensin…

Tut elimden yoksa yaşayamayacağım…”

Ümit ile hayal kırıklığı arasında çok hassas bir noktadadır Sibel…

11-Fakülte öğrencisi eğitim giderlerine katkı için bayrak satmaktadır…

Bayrak sattığı yaşlı bir bayanla yaptığı sohbet hikâye edilmektedir…

Yaşlı bayan, bayrağı Bayraktar Baba’nın türbesine asmak için satın almıştır…

***

 Bu kitaptaki hikâyeleri yazmada emeği geçen yazarlardan ölenlere rahmet, sağ olanlara da sağlıklı uzun ömürler diliyoruz…

08 Temmuz, 2021

HÂN BUYRUĞU




 

KİTAP İNCELEMESİ

***

KİTAP ADI: HÂN BUYRUĞU

KİTAP YAZARI: 8 YAZARIN KALEME ALDIĞI 11 HİKÂYE

***

1976’lı yıllarda otağ yayınevi “milli hikâyeler demeti” adı altında hikâye kitapları yayınlamıştır…

Bu kitap milli hikâyeler demeti serisinin 3.su dür…

Amaç, toplumun bağrından çıkan milli sanat kapsamındaki hikâyelerin genç nesillere sevdirilmesi ve ulaştırılmasıdır…

Milli sanat nedir?

Bir toplumun kültürünün belirmesi ve gerçekleşmesidir…

Nazım Hikmet’in şiiri Türkçe yazılmış ve okuyucu bulmuş diye milli olamaz!

Donkişot romanı Türkçeye çevrildi diye milli olamaz…

Dolaysıyla gelecek nesiller iki farklı kültürle karşı karşıyadırlar…

Birincisi, tarihi ve yerli(milli) kültür…

Diğeri, gayrı milli hâkimi azınlığın taşıdığı batı kültürü…

Kısaca sanatçılar ve sanatseverler, milli sanat anlayışına dönmelidir…

Yoksa sanat, azınlık kültürü halinde kalacaktır…

***

Han Buyruğu kitabındaki hikâyelerden kısa özetler:

1-Babur Devleti hakanı Bayram Han,dostu ve arkadaşı Kasım Bey’e haber gönderir…

Afganistan Babur Devletine saldıracaktır…

Ordu hazırdır, Kasım Bey gelince savaş başlar…

Savaş sonunda Bayram Han ile Kasım Bey esir düşer…

İkisi de öldürülmek üzere Afganistan’a götürülüp hapse atılırlar…

Bir yolunu bulup hapisten kaçarlar…

Afganlılar bir şekilde onları bulurlar…

Ve Han’ı öldürüp diğer kişiyi serbest bırakacaklarını söylerler…

“Bayram Han benim” diyen Kasım Bey öldürülür…

Babur Han’ı Babur Devletine doğru yola çıkar…

2-Sınıfın çalışkan ve güzel kızı Serap, arkadaşlarının kıskançlığı kıskacı altındadır…

Ve ona içki ve dans öğretmenin yanında 30-40 yaşlarında varlıklı birisini yamamaya çalışırlar…

Başarılıda olurlar…

Artık o yalan söylemeye de alışmıştır…

Büyükannesi ona bir gün, “Bu halin ne, ne yapıyorsun?” diye sorar…

Oda eğlendiğini söyler…

Büyükannesi de ona, “Eğleniyor musun, yoksa başkalarını eğlendiriyor musun?” diye sorar…

Bu soru onun insanlık ve kızlık şeref ve haysiyetini kurtarır…

3-Bu hikâyede Osman Bey’in gördüğü rüya ve Osmanlı Devletinin kuruluşu anlatılmaktadır…

Ardından Orhan Bey’in İzmit’e düzenlediği sefer anlatılır…

4-Amiri vergi memuru Hasan’ı Yahudi Samuel’in fabrikasına vergi defterlerini kontrol için gönderir…

Kendisine sunulan rüşveti kabul etmez ve gerekli raporu tutar…

Ama Samuel ondan önce davranarak, Hasan’ı amirine rüşvet istemekle suçlar…

Müdürü Hasan’dan istifasını ister…

5-Yaz tatiline giren fakülte öğrencileri gezmek için Heybeliada vapuruna binerler…

Ruhban okulunu gezmelerine izin verilmez…

İndikleri sahilde bir grubun söylediği şarkıları yanlarında getirdikleri teybe kaydederler…

Kaydettikleri şarkı yakınlarında bulunan yaşlının dikkatini çeker…

Gençlere şarkının anlamını bilip bilmediklerini sorar…

Yaşlı adama bilmediklerini söylerler…

Yaşlı adamda onlara, “Alacağız İstanbul’u,Ayasofya’yı da.Kovacağız Türkleri Orta Asya’ya kadar” diye şarkının anlamını açıklar…

6- Dedesinin ölümünü soran toruna büyük nenenin cevabı:

Bak oğul!

Savaştan kaçanlar, savaştan sonra büyük büyük adamlar oldular…

Senin deden gibi vatanı için savaşanlarda, bu tür adamların zulmünden kurtulmak için dağa çıktılar…

Dağa çıktılarda ne oldu?

Orada da öldürüldüler!

Dedende orada öldü...

7-Tanzimat’tan sonra, Türk olmayanlara da memur ve asker olma hakkı verilmişti…

Türklerin sancağa olan bağlılığı hikâye edilirken, yedek subay görevi yapan Dimitri’nin ihaneti anlatılmaktadır…

8-Bu hikâyede, Hızır Barbaros Hayrettin’in Osmanlıya iltihakı ve Andrea Dorya ile yaptığı Preveze Deniz Savaşı anlatılmaktadır…

Zafer mektubunu Kanuni Sultan Süleyman’a sunan Hasan Reis’e, sultan “Oku, Hak’ın zaferini işitsin cihan… Oku ki, Osmanlı’nın azametinden sarsılsın âlem… Oku ki, Allah’ta sevinsin müminlerde… Oku ki, cihana ışık saçan kudretimiz duyulsun.” der…

9-Yabancı kültürle öğrenci yetiştiren Galatasaray Lisesi, Robert Koleji, Saint Benoit okullarının birinden mezun olan Hasan’ın adını ana-babası George olarak değiştirmiştir…

Ana-baba Georgi için tüm varlığını feda etmektedir…

Yeter ki o batı kültürünü benimsesin…

İçki, kadın-kız hayatı derken Georgi hastalanır…

Hastalığı döneminde yaptığı otokritikler Georgi’yi Hasan kimliğine dönüştürür…

Anayı oğluna, kardeşi kardeşe düşman eden yabancı kültürü içinden söküp atar…

10-Cemil Tahir, “birini bulur sohbet ederim” diye kahveye girer…

Kahvede herkes oyun oynamakta ve birbiriyle argo konuşmaktadır…

Oturur ve çay söyler…

Çayını yudumlarken, “insan dinamizmi bu tür köhne ortamlarda heba oluyor” diye düşünürken içeriye bir genç girer…

Adı Hamza olan gençle tanışan Cemal Tahir, onunla bu insanları ve geleceklerini konuşurlar…

11-Hatice nine Çanakkale şehidi karısıdır…

Köyünden Çanakkale’de bulunan oğlunun yanına gitmiş…

Hazır gelmişken “mezarlarında dua okurum” diye, şehitliğe kocası ve kardeşinin mezarını aramaya gitmiş…

Bulamamış…

Üzüntüsünden hemen köye dönmek istediğini oğluna söylemiş…

Oğlu da ona, “Bari Truva festivalinden sonra git” demiş…

Truva festivalindeki açık-saçıklık Hatice ninenin ağrına gider…

Ve sarmaş-dolaş iki turiste tepki gösterir…

Truva festivali ana ve oğlun karakola düşmesine neden olur…

***

Bu kitaptaki hikâyeleri yazmada emeği geçen yazarlardan ölenlere rahmet, sağ olanlara da sağlıklı uzun ömürler diliyoruz…

 


05 Temmuz, 2021

DÜĞÜM


 

KİTAP İNCELEMESİ

***

KİTAP ADI: DÜĞÜM

KİTAP YAZARI: 12 YAZARIN KALEME ALDIĞI 12 HİKÂYE

***

1976’lı yıllarda otağ yayınevi “milli hikâyeler demeti” adı altında hikâye kitapları yayınlamıştır…

Bu kitap milli hikâyeler demeti serisinin 2.sidir…

Amaç, toplumun bağrından çıkan milli sanat kapsamındaki hikâyelerin genç nesillere sevdirilmesi ve ulaştırılmasıdır…

Milli sanat nedir?

Bir toplumun kültürünün belirmesi ve gerçekleşmesidir…

Nazım Hikmet’in şiiri Türkçe yazılmış ve okuyucu bulmuş diye milli olamaz!

Donkişot romanı Türkçeye çevrildi diye milli olamaz…

Dolaysıyla gelecek nesiller iki farklı kültürle karşı karşıyadırlar…

Birincisi, tarihi ve yerli(milli) kültür…

Diğeri, gayrı milli hâkimi azınlığın taşıdığı batı kültürü…

Kısaca sanatçılar ve sanatseverler, milli sanat anlayışına dönmelidir…

Yoksa sanat, azınlık kültürü halinde kalacaktır…

***

Kitaptaki hikâyelerin kısa özetleri:

1-Bu hikâyede, Anadolu’dan İstanbul’a okumaya giden gencin verdiği hayat mücadelesi anlatılır…

Genç öğrenci, ailesinden gelen para geçimi için yeterli olmayınca işportacılık yapmaya karar verir…

Bu işi yapabilmek için Belediye yetkililerine  “diş payı” vermesi gerektiğini öğrenir…

İki sene sonra lise öğretmeni olacak genç, öğrencilerine doğruları anlatırken bu rüşveti nasıl izah edebilirdi?

2-Şalvarla mahkemeye gitmek için şehre inen Süleyman’ı, polisler tartaklayıp şalvarını keserken ayağına bıçak batırırlar…

Acıyla belindeki silaha sarılan Süleyman, bir polisi öldürür, iki polisi yaralar…

Mahkeme, medeniyete muhalefetten ve polisleri yaralayıp öldürmekten idamına karar verir…

3-Kravatlı yetkililer içki üretim fabrikasını alkışlar eşliğinde açarlar…

Amaç, dışarıdan ithal edilen içkiler için, dışarı giden döviz akışını engellemektir…

Birçok aile ocağının sönmesine neden olan içkiyi içince medenileştiğini sanan güruh, sanki dersin uçak, otomobil ve gemi fabrikası açılışı yapıyorlar…

4-Batıcı olan aydınlarımız bu hikâyede “Avrupa sakızı” için methiyeler diziyorlar…

Avrupa’ya gidenler bilirler, çok medeni Avrupalılar çiğnedikleri sakızları sokaklara atarlar…

Bu sakızlar yürüme yollarında yıldızlar gibi parlarlar!

Hiçbir Avrupa ülkesi bu pisliğe çözüm bulabilmiş mi?

5-Tarihine ve değerlerine hakaret eden Murat, genç yaşta içkiye ve kadına müptela olmaya başlamıştı…

Ve frengi hastalığına yakalanmıştı…

Şehvetle ölüme koşuyordu…

6-Ay yıldızlı bayrağı indirip yerine kızıl bayrak çeken Yunan, Bulgar dölleri kasabanın camisine dinamit koyarlar…

Çanakkale gazisi Şükrü çavuş, bunu yapanların kim olabileceğini anlar…

Ve tüfeğini kaptığı gibi sokağa fırlar…

Ancak devletin kolluk kuvvetleri suçluları yakalar…

Bu nesepsizler tamda Şükrü çavuşun vurmaya gittiği şahıslardır…

7-Öğrencilik yıllarına ait hatıraların yıllıklara bakılarak hatırlanması…

İçki müptelası bir öğrencinin sarhoşken tren altına ezilip ölmesi olayını yıllığa bakan arkadaşının hatırlaması!

8-Yalova’dan vapura binip teyzesini ziyarete giden Mehmet, adalarda gördüğü lüks hayatın İstanbul’da da olduğunu zanneder…

İstanbul’a varınca hayal kırıklığına uğrar…

İstanbul’un birçok semtinin Anadolu’dan farksız olduğunu görür…

Merakını gidermek için Büyük adaya gitmeye karar verir…

Adada ikamet edenlerin Markolar, Davitler, Hayimlar olduğunu öğrenir…

Adada beklediği süre içinde çanlar çalar; ama ezan okunmaz…

O beyler rahatsız olmasın diye atların nallarının altı keçeyle, at arabalarının tekerlekleri lastikle kaplanmıştır…

Mehmet, “burada bize ait olan tek şey, karşıda dalgalanan al bayraktır” diye düşünür…

9-Bu hikâyede, seyyar satıcı arabasıyla çoluk çocuğuna ekmek getirmeye çalışan Hüseyin efendinin zabıtalarla olan mücadelesi anlatılmaktadır…

10-ODTÜ’lü terörist öğrenciler bir eri şehit etmişlerdir…

Bunu gazeteden okuyan İzak isimli şahız, ODTÜ’lü öğrencileri öve öve bitiremez…

Orada bulunan Murat, İzak’a, “Tarihte milletimizi arkadan vuranlar hep Salamonlar,Moizler,İzaklar olmuştur…

Bu sözler karşısında İzak  “U” dönüşü yapar; ama iki hafta sonra Murat kafasından kurşunlanır…

Şehitler toprağa atılan tohumlar gibidirler…

11-Öksüz Recep evlenmek için arazisini ipotek ettirerek bankadan kredi alır…

Yusuf ağa, “ödeyemezse ben öderim” diyerek Recep’e yardımcı olur…

Zamanı gelince parayı ödeyemeyen Recep için köye bankacılarla birlikte Yusuf ağa’da gelir…

Köylü huzurunda Yusuf ağa Öksüz Recep’in borcunu bankacılara öder; ama arazisinin tapusunu alır…

 Not: Yahudilerde Filistinlilerin yerlerini genellikle hep bu yöntemle almışlardı…

12-Mehmet’in babasını daha önce Ruslar öldürmüştü…

Gece yarısı evlerine saldıran Ruslar Mehmet’in köpeğini öldürürler…

Köpeğin yanına giden Mehmet’e annesi, “kaç oğlum Mehmet, büyüyünce gel intikamımızı al” diye bağırdı…

Yıllar sonra evine dönen Mehmet’i annesi, Mehmet’in babasına benzetir…

“Hayır, anne ben oğlun Mehmet’im…

İntikamımızı aldım anne” der…

***

Bu kitaptaki hikâyeleri yazmada emeği geçen yazarlardan ölenlere rahmet, sağ olanlara da sağlıklı uzun ömürler diliyoruz…

03 Temmuz, 2021

BİR SEVDADIR ÇOBANLIK


 

KİTAP İNCELEMESİ

***

KİTAP ADI: BİR SEVDADIR ÇOBANLIK

KİTAP YAZARI: MEHMET TAŞDİKEN

***

1976’lı yıllarda otağ yayınevi “milli hikâyeler demeti” adı altında hikâye kitapları yayınlamıştır…

Bu kitap milli hikâyeler demeti serisinin 7.sidir…

Amaç, toplumun bağrından çıkan milli sanat kapsamındaki hikâyelerin genç nesillere sevdirilmesi ve ulaştırılmasıdır…

Milli sanat nedir?

Bir toplumun kültürünün belirmesi ve gerçekleşmesidir…

Nazım Hikmet’in şiiri Türkçe yazılmış ve okuyucu bulmuş diye milli olamaz!

Donkişot romanı Türkçeye çevrildi diye milli olamaz…

Dolaysıyla gelecek nesiller iki farklı kültürle karşı karşıyadırlar…

Birincisi, tarihi ve yerli(milli) kültür…

Diğeri, gayrı milli hâkimi azınlığın taşıdığı batı kültürü…

Kısaca sanatçılar ve sanatseverler, milli sanat anlayışına dönmelidir…

Yoksa sanat, azınlık kültürü halinde kalacaktır…

***

Kitaptaki hikâyelerin kısa özetleri:

1-İhtiyar Hüsmen’e, cimri ve huysuz olduğu için mi Allah evlat vermemiş?

Yoksa evladı olmadığı için mi, cimri ve huysuz olmuş?

Bilinmez…

İhtiyar Hüsmen’in  Fındıkzade’de lokantası vardır…

Lokanta üçüncü sınıftır; ama çevresinde başka lokanta olmadığından iyide iş yaparmış…

Bir gün lokantaya dilenci kılıklı bir bayan girmiş…

İhtiyar Hüsmen dilenci kılıklı bayandan para alamayacağını hesap ettiğinden, bayana her verilen şeyden oldukça rahatsız olmuş…

Lokanta çalışanlarına ağza alınmadık hakaretler etmiş…

Ancak kadın çıkarken borcunu sorması ve paranın üstünü almaması Hüsmen’i oldukça mutlu etmiş…

2-Kara Sinan, Ağa Kemal’in küçük kardeşidir…

Kara Sinan, içkiyi ve asalak yaşamayı seven biridir…

Kavga ve tehditle ağabeyini ha bire sömürmektedir…

Ağabeyinin emekleriyle yapılan evleri, bin bir yalan ve tehditle alır…

Bu zülüm karşısında Ağa Kemal’e kardeşini vurması tavsiye edilir…

Ağa Kemal kesinlikle bu fikri kabul etmez…

Ancak Kara Sinan, Efe Recep’ten para karşılığı ağabeyini vurmasını ister…

Efe Recep, Ağa Kemal’in çok iyi dostudur ve teklifi kabul etmez…

Ağa Recep bu olayı duymasına rağmen hiçbir şey yapmaz…

Ama Kara Sinan’ın evi gece yarısı yanar…

Yanan evle beraber Kara Sinan’ın ağasına olan kini, karısı ve parası yanar kül olur…

Ve tüm köylüye karşı “affedin” diyerek hüngür hüngür ağlar…

3-1976’lı yıllardaki hastane (hastalık evleri) ve sağlık sistemini anlatan çok güzel bir hikâye…

Hasta çok, yataklar dolu, doktor az, hemşire ve hastabakıcının az olduğu yıllar…

Bu gün tarih 2021, o günleri yaşamamış gençlere sözümüz yok; ama o günleri yaşamış ve bu günlere hakaret eden nankörlere söylenecek çok sözümüz var!

4-Aynı okulda okumuş iki arkadaştan biri fakir, diğeri varlıklı ailenin çocuğudur…

Babalarının işleri gereği ayrılırlar; ama mektuplaşmaya devam ederler…

Ailesi varlıklı olan çocuk diğerine, okulu bitirdiğini ve sosyalizmi seçtiğini yazar…

Fakir aile çocuğu arkadaşı da o’na, “Bundan sonra evim olmalı ve bir görüşüm olmalı” der gibisin…

Yani görüş senin için bir avukatlık bürosu gibi aksesuar mı?

Sen sosyalizmi Amerikan kotu gibi modaya uygun olduğu için seçmişsin…

Ve sosyalizm konusunda , “fukaralık edebiyatı” dışında bir şey bildiğini zannetmiyorum…

Siz fakirliğin edebiyatını yaparken, biz fakirliği yaşıyoruz…

Ve biz fakirliği yaşarken, hiçbir zümreye ve topluluğa kin duymuyoruz…

Ama Dostoyeviski bak sosyalizm için ne diyor, “ sosyalizm daha çok zındıklık, Tanrı’sızlık, yerden göğe yükselmek değil, göğü yere indirmek kastıyla inşa edilmiş bir Babil kulesidir.”

Not: Babil kulesi: Tevrat ve Kuran’da konusu geçen, Tanrı'ya ulaşmak için inşa edilen kule…

Dostoyeviski burada şunu ifade etmektedir: Sosyalizm, piramidin tabanından yukarıya doğru değil de, tabanını göğe çıkartıp tepesini yere sabitlemeye çalışmaktadır…

Kısaca “yıkılmaya mahkûmdur” diyor…

5-Asım, Yozgat’tan İstanbul’a okumaya gelen bir gençti…

Bir gün köyünde öğretmenlik yapan öğretmenlere hemşerisinin kahvesinde rast geldi…

Bu öğretmenler köyde birinci, ikinci sigarası içer ve burjuvazinin aleyhinde konuşur ve sosyalizmi savunurlardı…

Ama o öğretmenler burada küfrettikleri Amerika’nın Pall Mall sigarasını tüttürüyorlardı…

Asım anladı ki, sosyalizmi savunanlar; ne vurguncuya düşmandı, ne lüks hayata, nede bozuk bir sisteme…

İşte Asım bu gerçek karşısında yolunu ve çizgisini belirlemişti…

6-1975 yılını Birleşmiş Milletler “kadın yılı” ilan etmişti…

Bu yıl dolaysıyla fakir kızların genç arzularını söndüren asalak piçlere tepki için bu hikâye kaleme alınmıştır…

7-Bir tiyatro çalışanının, tiyatro izlenimleri hikâye edilmektedir…

8-Koyunlarla, köpeklerle insanla konuşur gibi konuşur çoban…

Kısaca bir sevdadır çobanlık…

Köpek, çobanın yardımcısıdır…

Bu yüzden toplum ona “çoban köpeği” der…

Çoban köpeğinin en üzücü tarafı ince hastalığa yakalanmasıdır…

Bu hastalığa yakalanan köpek, daha iflah olmaz…

Bu durumda ya sürüyü seçeceksin ya köpeği…

İnce hastalığa yakalanan köpek, kurtların parçaladığı koyunların kanını yalamaktan ve etini yemekten haz duyarlar…

Kan yalamak ve et yeme iştahı kabarınca sürüyü koruma içgüdüsü kaybolur…

Ve köpek, kurtlar sürüye saldırsınlar diye ulumaya başlarlar…

Bu durumda sürüyü kurtarmanın tek yolu vardır…

O da İnce hastalık bulaşan köpeklerin soyunu kurutmaktır..

9-Salih memleketinde bir kız kaçırır…

Ve daha sonra İstanbul’a göçer…

Sonrada babası gelir İstanbul’a…

Geçimlerini sağlamak için bir çay kahvesi açarlar…

Salih, kaçırdığı karısına yapılan ahlaksızlıktan dolayı her zaman düşünceli ve sıkıntı içindedir…

Uzun bir aradan sonra kahveye uğrayan arkadaşı Mehmet, Salih’i kahvede görmez…

Ve Salih’in hapse düştüğünü babasından öğrenir…

Konu, namus davasıdır…

10-Aslan beyin hikâyesi, 1950-1970 yılları arasının hikâyesidir…

Onlar Türkiye’nin kaderini değiştirdiler…

Onlar ne mükemmel insanlardı…

Tohumu toprağa serptiler; ama eksiklerini ve hatalarını düzeltecek arkalarında kimse yoktu…

Ve onlar, kendisininmiş gibi toplumun felç geçirmiş sol elini, sağ elinin içine alarak aramızdan çıkıp gittiler…

11-İnsanın sosyal bir yaratık olduğunu anlatan güzel bir hikâye…

Ve de kalabalıklar içinde yalnız yaşamayı anlatan felsefi bir konu…

12-Aynı fikre sahip hastane çalışanı iki arkadaş, Tanzimat'tan bu yana batılılaşmayı tartışırlar…

Arkadaşlardan biri batı savunucusu, diğeri batı karşıtıdır…

Tanzimat’tan bu yana batılılaşmayı büyük bir iştahla savunan arkadaşına, “Biz elli senedir, her şeyi inkâr eylemekte değimliyiz?

Nasıl savunuruz Tanzimat’ı?” gibi sorular sorar…

13-Görevini savsaklayan; ama rüşvetli işlerde dokuz takla atarak çözüm üreten iki karakol görevlisinin hikâyesidir…

Görev yaptıkları odada bulunan karasinekle verdikleri mücadele takdire şayandır…

***

Bu kitaptaki hikâyeleri yazmada emeği geçen yazarlardan ölenlere rahmet, sağ olanlara da sağlıklı uzun ömürler diliyoruz…